20091130

Dünya Kupası: Kura & Torbalar

FIFA yeni bir sistem getirmek üzere 2010 Güney Afrika kurası için. Bu yeni sistem test edilip onaylanmış, üzerinde oldukça çalışılmış.

Buna göre takımlar FIFA sıralamaları ve son iki turnuvadaki dereceleri baz alınacak şekilde birinci torbaya yerleştirilecek diyebilirim kabaca. Yani ilk sekiz takım. 7'si bu sisteme göre 1'i ise ev sahibi takım.

Diğer ülkeler ise konfederasyona göre torbalanacaklar.
UEFA/CAF+CONBEMOL/AFC+CONCACAF şeklinde.

Takımları ve yeni kura ile ilgili biraz daha oturaklı bir yazı için biraz bekleteceğim. Lakin arada uyumak, yemek yemek, vizeye çalışmak lazım gelir.

Pot 1: Güney Afrika, Brezilya, İspanya, İtalya, Almanya, Arjantin, İngiltere, Fransa
Pot 2: Hollanda, Portekiz, Slovenya, İsviçre, Yunanistan, Sırbistan, Danimarka, Slovakya
Pot 3: Ivory Coast, Gana, Kamerun, Nijerya, Cezayir, Paraguay, Şili, Uruguay
Pot 4: Japonya, G. Kore, K. Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, ABD, Meksika, Honduras

Twitter Vakası: Amare & Chandler

Çarşamba günü Suns - Grizzlies maçı esnasında Amareisreal'dan bir tweet görülmüş. Ama işin komik yanı tweetlenen saat, dakika ve saniyede Amare bizzat sahada oyundaymış :) Hesap Amare'nin, korsan tivitır değil yani. Ama tabi lig (daha doğrusu Stern) tiviti kimin yolladığını umursamıyor. Kural gayet net: maç esnasında tivitlenmeyecek. O yüzden ceza da kaçınılmaz oldu; $7500

Bir tweeterzede de Tyson Chandler. Ama Amare'den farklı olarak Chandler'ın sayfasına bir feed tweet gelmişti. Yani bir nevî RSS update'i. Gene de Chandler'ın tivitırı apdeytlendi mi, apdeytlendi. Basın $7500.

Söylenene göre Amare'nin 7500 dolarlık tiviti bir stajyer tarafından gönderilmiş ve açıkça bir hata. Stajyerin de ligin bu katı kuralından ve cezasından haberi olmadığı da aşikar.

Her ne kadar koskoca NBA'in böyle bir sosyal iletişim ağının üzerine el koyması saçma gibi gözükse de ucu kaçan bu teknoloji karşısında kendileri tivitlememiş bile olsa hesaplarının kimin kontrolünde olduğuna dikkat etmeleri gerekiyor. Bu yüzden sanırım Stern'ce düşünecek olursak, çok da gereksiz gözükmüyor. Neyse gülecek malzeme çıkıyor bize de :)

Karim&Kazim: Bayram Kazazedeleri

Kazım geçtiğimiz günlerde "CKR" marka(!) arabasıyla takla atmış ama neyse ki ciddi bir yaralanma olmadan atlatmıştı kazayı. Belki yeni bir şeyler olur diye de yazmadım, maçlardan da unuttum açıkçası. Ama dediğim de çıktı.

AS'deki habere göre Pozuelo'da tesislerden çıktıktan sonra evinin yakınlarında kaza yapmış. Yaklaşık 50km hızla gidiyormuş, bariyerlere ve ağaca toslamış. Kendisinde problem yok ama Audi'ciği ciddi hasar almış. Geçmiş olsun diliyorum :)

Yalnız şaka bir yana bayram boyunca bu trafik kazaları küresel olarak artıyor galiba;
Tiger Woods, Kazım ve şimdi de Benzema.

Neyse ki hiçbirinde önemli bir yaralanma yok. Tiger Woods için de karısı golf sopasıyla vurdu diyorlar :)


Jimmy Bullard Show

İşte Jimmy Bullard'ın Manchester City maçında Phil Brown'a yaptığı gönderme. Olay bir sene önce Manchester City'nin 5-1'lik galibiyetiyle sonuçlanan maçın devre arasına dayanıyor. Devre arasında Phil Brown bütün takımı (görüntünün sonunda da göreceğiniz gibi) antrenörler de dahil olmak üzere etrafına topluyor ve bir güzel döne döne azarlıyor.

İşin garip yanı Bullard o zamanlarda Hull City'de değildi, Fulham forması giyiyordu ama zaten alabildiğine komik bir herif, Soccer AM programındaki bi' halleri aman. Neyse, buyrun o harika gol sevincinin videosu.

Arsenal 0 - 3 Chelsea

Bu adam Chelsea'nin LeBron'u. Ben bunu bilir, bunu söylerim arkadaş. Maçtan önce zaten benim için de favori Chelsea'ydi. Clichy, van Persie, Bendtner, Gibbs ve Gallas'ın sakatlıkları devam ediyordu. Gerçi Gallas maçta yer aldı ama durumu maç saatinde belli olacaktı. Arsenal hafta boyunca sakatlıklarla boğuşmuştu, Chelsea ise tam tersi bir şekilde Lampard'a tekrar kavuşmuş ve Drogba da formunu yükseltmişti. Chelsea gol yemek bilmez performansını da düşünürsek, Emirates'te bile olsa Arsenal için çok zor bir maç olacaktı.

Son 15 Chelsea - Arsenal karşılaşmasından Arsenal sadece iki galibiyet alabilmiş. 16'da 2'de kaldılar bu akşam da. İlk pozisyonu da Chelsea yakaladı zaten Lampard'la. Anelka'ya öyle güzel gönderdi ki topu. Sagna'nın riskli ve mükemmel müdahalesi olmasa goldü. Hatta o kadar ince bir müdahalede bulundu ki penaltı bile olabilirdi pozisyon.

Drogba/Cole ortak yapımı gole kadar Arsenal sadece tek bir pozisyon bulabildi, o da Cech'e hiçbir zorluk çıkarmayan Nasri'nin zayıf şutuydu.

Almunia gerçekten kötü bir maç çıkardı. İlk golde evet, Drogba'ya yapabileceği fazla birşey yoktu ama Vermaelen'in tersini önleyebilirdi. Keza Drogba'nın ikinci golündeki pozisyon hatası da çok aşikardı. Wenger de aslında 4-3-3'ü bozmayarak hata etti. Nasri oyundan düştü, fiziği yetmedi. Evet ciğeri yetene kadar koştu, çabaladı ama o kadar. Savunmanın en iyisi ikinci hatta üçüncü sol bek olan Traore ve çıkması şüpheli yılların Gallas'ıydı. Sagna bile çalışmış olmasına rağmen Anelka'ya yaptığı kritik müdahale haricinde Anelka'ya çok yer bıraktı.

Hele Denilson. Kayıptı. Cesc ve Arshavin çok uğraştı. Ama zamanla Arshavin de sonuca gidememenin sinir bozukluğuyla koptu oyundan zaman zaman. Wenger maça Nasri yerine Rosicky ile başlasaydı ve Eboe'ye yer verseydi çok daha sağlam durabilirlerdi Chelsea karşısında. Çünkü baktığımızda Chelsea'nin fizik gücü maksimum. Oyundan düşen tek bir oyuncusu bile yoktu. Bir tek belki Mikel'di hayalkırıklığı yaratan.

Eduardo'nun yerinde 90dk koşacak ve sürekli mücadelenin içinde kalacak bir Walcott tercih ederim ben. Çünkü oyuna girdikten sonra hareketlilik getirdi. Ama Ashley Cole'ün sakatlığının ardından dahil olan Ferreira bu genç ve dinamik, taze kana karşı gerçekten çok iyi iş çıkardı. Song'un bugünkü defans dörtlüsüne kattıkları çok fazlaydı. Yanında bir de Eboe olsaydı belki daha farklı olurdu Arsenal için işler.

Ben Wenger'in yerinde olsa 3-3'lük bir ikinci ve üçüncü bölge yerine 4-2'yi tercih eder ve klasik 4-4-2'ye başvururdum. Bakınız;

--------------Kale

-------------Defans

Rosicky---Song---Eboe---Cesc

--------Walcott---Arsavin

Chelsea ise Mikel hariç her mevkisiyle çok iyiydi. Lampard belki biraz kendi performansının altındaydı ama onu da mazur görmek lazım, sakatlıktan yeni çıktı. Ivanovic iyi işler çıkardı özellikle. Ben çok beğendim. Her ne kadar savunmayı zaman zaman çok boşlasa da ve Arshavin o gedikleri değerlendirse de mücadeleyi hiç bırakmadı. Essien ise aslında Arsenal'i öldüren kişiydi Mikel'in varlığı onun biraz daha rahat ileri çıkmasını sağladı, hücumda da etkiliydi ancak Arsenal'in ataklarını orta alanda muazzam bir şekilde durdu. Akşam tam anlamıyla bir box-to-box performans sergiledi.

Evet, Wenger sakatlıklarla boğuşuyor olabilir, özellikle 8 gol/8 asiste çıkmış bir van Persie'nin kaybı takımı çok etkileyecek. Ama bundan sonra, yani Persie'nin sakatlığından sonra, tercih hatası yapma lüksü kalmadı. Zaman zaman yapıyor çünkü, orta alanın fizik gücünden ödün verebiliyor ama takım bir şekilde hücum hattındaki üretime devam ediyordu. (ki 12 lig maçında attıkları 36 gol de bunun göstergesi) Ama artık daha emin adımlar atmalı.

Anelka resmen Arsenal defansının elini ayağına doladı koşularıyla, aralara kaçmalarıyla. Drogba'ya çayır bayır açtı resmen. Almunia da gitsin evine, baraj kurdurmaya ve baraj arkasına atılabilecek toplara karşı temkinli olmaya çalışsın.

20091129

Barcelona 1 - 0 Real Madrid

Ibra'nın yokluğunda Henry - Messi - Iniesta şeklinde çıktı Barcelona. Dolayısıyla da orta üçlüde Busquets'e yer verdi. Biraz daha savunma karakteri kazandı böylece Barça. Bu da maçın önemini, Pep'in Madrid'teki hücum gücünün yaratıcılığının ne kadar farkında olduğunu ve galibiyeti ne kadar çok istediğini gösterdi.

Böyle olunca Iniesta ileri üçlüye kaydırıldı. Messi ise ortada yer aldı. Maçın başında Barça iyi pas yapacak gibi olduysa da Real Madrid çok çabuk bir şekilde toparlandı. İlk yarının özellikle ilk yarım saati Real Madrid tam anlamıyla Pellegrini'nin tasarladığı gibi oynadı. Lass - Xabi ikilisi ve önde basan Arbeloa - Ramos'la Iniesta'ya pas aldırmadılar. Lass sert oyunuyla, Xabi bilgisiyle ortadaki Messi'yi Xavi'den oldukça uzak tuttu. Keita ve Busquets ise Henry'yi beslemeye çalıştıkça Pepe - Ramos ikilisinin baskısına maruz kaldılar. Aslına bakarsanız ilk yarıda Ronaldo hariç tüm Madrid savunma yaptı, orta alanı iyi parselleyip Barça'ya o tek pasa ve makine düzenine dayanan oyununu oynatmadılar. Özellikle Messi Madrid Pepe - Albiol - Lass üçlüsünün sert kademesiyle fiziksel mücadeleye giremedi. Henry çeviklikten uzaktı, kayboldu solda. Ama tüm bunlar ilk yarı için geçerliydi.

Barcelona'nın dizilimine baktığımızda;

----------Valdes

Alves---Puyol---Pique---Abidal

--------Sergio---Keita

--------------Xavi

Iniesta-------Messi------Henry

Ibrahimovic/Eto'o. Bu adamlar tam striker'dır. Orta adamdır, forvetin ucudur. Ama bu 11'de böyle bir adam yok. Messi fizik gücü düşük takımlara karşı süratiyle ortada iş yapabilir ama özellikle Lass ve Pepe'nin olduğu bir kademeden bahsediyoruz. İlk yarının alt biteceği daha Barça'nın çıkışından belliydi. Madrid de dersine iyi çalışmış bir şekilde taktiklerini iyi koydu sahaya. Zaten sahadaki dizilimlerinden de beklenen bir şeydi;

----------Casillas

Ramos--Pepe--Albiol--Arbeloa

--Lass------Xabi-----Marcelo

------------Kaka

-------Higuain---Ronaldo

Aslında ilk bakışta böyle olsa da Higuain sağ kanada yakındı. Dolayısıyla Lass geri dönüşlerde Barcelona'yı daha ortada karşılayabildi Ramos'un da kademesiyle. Marcelo hariç herkes görevini, bekleneni yaptı. Özellikle Albiol'ün konsantrasyonu çok yüksekti ilk yarı boyunca. Arbeloa ise önünde işlemeyen bir Marcelo olunca fazla parlayamadı.

Real Madrid'in görev dağılımı ve alan daraltma anlayışı ilk yarıda Barcelona'yı oldukça iyi durdurdu. Hele ki Sergio'nun yaptığı pas hatalarının ardından birbirine yakın oynayan Xabi/Kaka ikilisi çok çabuk bir şekilde iletişime geçti. Ramos'un da bindirmeleriyle kanattan içe doğru yüklendi Real. Pek çok kez gole gider gibi oldular. Karşıdan bakınca iki pozisyon var gibi gözüküyor, ikisinde de Puyol vardı karşılarında. Ama aslında Pique'nin performansı da pek çok pozisyonu "Valdes için tehlike" haline gelmeden bozulmasını sağladı.

İleri uçtaki fizik yetersizliği yaratıcılığın da önüne geçti Barcelona adına. Bu yüzden Real Madrid özelinde baktığımızda savunma ve taktik anlayış adına birinci yarı mükemmele yakındı. Hatta altyapıda tekrar tekrar izletilmeli.

İkinci yarı başlarken değişiklik yoktu. Ibrahimovic girmesi farzdı. Barcelona ikinci yarıya tek paslarla ve her zamanki haline yakın bir performansla başlayınca Pep de daha fazla beklemedi oyuna fizik/yaratıcılık/bitiricilik eklemek için. Ben orta üçlüyü bozar, Sergio'nun yerine Ibra'yı alır Iniesta'yı da tekrar Xavi'nin yanına çeker diye düşünüyordum. Onun yerine Henry'yi aldı Pep.

İlk yarıda iki çok kötü karar alan Alves Ibra'ya attığı ortada özüne döndü. Aynı zamanda ilk yarı boyunca Henry'ye pas aldırmayan Ramos da Ibra'yı çok feci kaçırdı. Zlatan da affetmedi haliyle. Pellegrini sanki daha iyi hazırlanmıştı maça. Özellikle ilk yarıdaki oyunları çok güzeldi. Kaka'nın asist sevdası, Ronaldo'ya pahalıya patladı. Geçen senenin tekrarı niteliğinde bir gol kaçırdı. Drenthe'ydi geçen sene kaçıran, karşı karşıyaydı. Benzema çok geç girdi oyuna. Pique ve özellikle Puyol son derece konsantreydi ama en azından yapacağı koşularla Higuain ve Kaka'ya orta alanda boşluk açabilirdi.

Maçın adamı açık ara Puyol'du. Ondan sonra da Pique the Jr. Puyol. Büyük kaptan takımı ayakta tuttu. Genel olarak çok keyifli bir maç değildi, en azından bir El Clasico'ya göre durağandı. Messi ortalarda çok görünmedi, Marcelo Real'in akıcılığını bozdu. Gene de üç puan Barça'da, liderlik gene Katalanlar'da.

Vamos Barça, vamos!!
(Ibra golden sonra tükürükler saçarak "vamos..!!" dedi, onu da kaçırmadım :)

El Clasico: £309m > £322m

Maç yazısı birazdan burada..

El Clasico: İkinci Yarı Başladı, Ibra Oyunda

İkinci yarıya başlarken iki tarafta da değişiklik yoktu. Ancak yazıyı yazmaya başladığım anlarda beklediğim gibi Ibrahimovic girdi oyuna. Kadife ayak Henry'nin yerine. İlk yarıdaki Real Madrid dalgası durmuş, Barça tekrar pas yapmaya ufaktan yüklenmeye başlamıştı.

Takım tekrar yüklenmeye, pas yapıp bindirmeye başlayınca Ibrahimovic'in bitiriciliği, akıcı pas trafiği ve yaratıcılığı farz hale gelmeye başlamıştı. Ve tabi güçlü fiziği ile hava hakimiyet. Geciktirmeden yaptı müdahaleyi Pep. Çok da iyi yaptı, harika bir savunma organizasyonuyla golü buldu Real Madrid.

Madrid biraz stres altında, sakinleşmeleri lazım ki maçın keyfi düşmesin. Sertleşen mücadele var Madrid cephesinde. Ama Ibrahimovic'in takıma kazandırdığı akıcılığa akıl sır ermiyor. Bir anda takım tekrar makine düzeninde pas yapmaya başladı.

Pellegrini'nin oyuna müdahale etmesi lazım, çok lüzumsuz pas teşebbüsleri ve top kayıpları yapıyorlar. İlk yarıdaki alan dağılımındaki başarıları yok. Marcelo'nun çıkması konusunda da ısrarcıyım, Benzema girmeli. Barcelona tek top yapmaya başladıktan sonrası korkulacak noktaya gelebilir.

El Clasico: Birinci Yarı Bitti, İlk Dalga Madrid'ten

Barcelona paslı başlamıştı maça, Real Madrid orta alanı kalabalıklaştıramamıştı. Toplar Busquets aracılığıyla dağılıyor gibiydi. Ancak tam Barcelona iyice yerleşmişken Messi'ye çalınmayan bir faul ve kaptırılan topun ardından Kaka'nın zekasıyla Madrid yüklenmeye başladı.

Önce soldan Ronaldo, sakatlığın etkilerini atmış ama psikolojisinden tam sıyrılamamış bir şekilde bastırdı. Sonra ise Kaka, Barça'nın kaptırdığı topla savunmayı dengesiz yakalayıp Ronaldo'yu kaçırdı içeriye. Ama Ronaldo'nun plasesini Valdes son anda ayağıyla çıkarmayı başardı.

Bu dakikadan sonra ise Barcelona özellikle Keita ve Alves'le hatalar yapıp yarı sahayı geçemeden top kaptırmaya başladı. Paslar işlemez oldu. Real Madrid de özellikle Lass ve Marcelo'nun hareketli oyunlarıyla Barça'nın pas trafiğini etkilediler. Messi'ye top geldiği anda Arbeloa ve Xabi başta olmak üzere üç kişi toplandı başına.

Resmen Tenerife'nin Real'e, Nou Camp'a gelen Barça'ya nazaran küçük takımların da Barcelona'ya yaptığı alan daraltma ve kalabalık orta saha taktiği ile Messi-Xavi pas trafiği kesildi..

Neyse sonradan biraz kesildi hızları, Iniesta'nın da devreye girmesiyle biraz daha orta saha mücadelesine döndü. Messi biraz daha etkili oldu. Yanlız Pellegrini iyi hazırlamış Madrid'i. Hakem de biraz Real Madrid'in sertliğine müsaade eder gibiydi özellikle son 10 dakika içerisinde. Ibrahimovic girmeli. Standart 11'e dönmeli Barcelona.

Real Madrid'te ise Marcelo zayıf halka. Benzema yada Raul girmeli Marcelo'nun yerine. Messi kuşkusuz stres altında ama bunu aşmalı. İki tarafta da Marcelo hariç sırıtan bir performans yok. Özellikle Lass'ın sert ve mücadeleci oyunu Henry ve Keita'yı zorladı o bölgede.

Evet, ikinci devre başlıyor.

El Clasico: Maç Başladı, Kadrolar

Barcelona
Valdes
Dani Alves
Puyol
Pique
Abidal
Busquets
Keita
Iniesta
Xavi
Henry
Messi

Real Madrid
Casillas
Ramos
Pepe
Albiol
Arbeloa
Lass
Xabi Alonso
Marcelo
Higuain
Ronaldo

Cagliari 2 - 0 Juventus

Milito'nun aldığı penaltı, Cagliari'nin güzel oyunu ve gene alarm veren bir Juventus forvet hattı.. Arsenal - Chelsea, Cagliari - Juventus, Inter - Fiorentina ve tabii ki Barcelona - Real Madrid.. Akşamın ilerleyen vakitlerinde bu maçların yazıları blogda olacak.

Ballon d'Or: On Kişilik Son Liste

Avrupa Yılın Oyuncusu Ödülü'nün 30 kişilik listesinde gidilen elemeden sonra son liste açıklandı. 10 kişilik listeden kazanan önümüzdeki günlerde belli olacak.

Cristiano Ronaldo (Portekiz/Man Utd & Real Madrid)
Didier Drogba (Cote d'Ivoire/Chelsea)
Samuel Eto'o (Kamerun/FC Barcelona & Inter)
Steven Gerrard (İngiltere/Liverpool)
Zlatan Ibrahimovic (İsveç/Inter & FC Barcelona)
Andres Iniesta (İspanya/FC Barcelona)
Kaka (Brezilya/Milan AC & Real Madrid)
Lionel Messi (Arjantin/FC Barcelona)
Wayne Rooney (İngiltere/Manchester United)
Xavi (İspanya/FC Barcelona)

Bu da ilk başta oluşturulan 30 kişilik liste. Tıklayınca daha rahat görülüyor.

Bordeaux Inter Arası, Cagliari Arası

Evet biliyorum igrenç bir baslik ama durum gerçekten de böyle. Haftaiçinde oynanmis berbat bir Fransa deplasmani, ve sonraki hafta inanilmaz önemli bir Inter maçi. Arada ise Cagliari deplasmani. Son zamanlarda Juventus'a dogru düzgün hiç egilemedim, o yüzden bu haftasonu maç önü ve sonrasi iki yazi planliyorum Juventus için.

Önce Cagliari'yle baslamak istiyorum. Son bes maçina baktigimizda dört galibiyet görüyoruz. Son maç hariç öncesindeki dört maçi da kazandilar. Geçen sezon da böyle olmustu, berbat bir baslangiç ardindan yükselis. Bu sezon da besinci haftaya gelinene kadar galibiyetleri bulunmuyordu. Ondan sonra üst üste dört saglam performans ve galibiyet. Ardindan da geçtigimiz hafta kafa kafaya bir Milan maçi, sanssiz denebilecek bir 4-3'lük maglubiyet. Ve oynadıkları futbol gerçekten keyif veriyor. Çok tehlikeli bir hücum hattına sahipler, dinamik, hızlı ve yetenekli.

Alessandro Matri. Bu genç çocuga dikkat etmek zorunda Juventus. Nene'nin yoklugunda dört maçta dört gol atti. Her ne kadar Nene'nin de dönmesiyle birlikte rotasyonda farkliliklar dogacak olsa da aldigi firsatlari çok iyi degerlendirdi. Hatta bu üst üste dört galibiyetin mimari desek çok da abarti olmaz. Allegri ve takimi için isler tam güzel gitmeye baslamisken Kasim ayi gazabi ve zorlu bir fikstür basladi onlar için. Palermo deplasmani ve Napoli mücadelesi.

------------Marchetti

Canini---Astori---Lopez---Agostini

Dessena-------Conti------Biondini

--------------Lazzari

----------Matri------Nene

Juventus'ta ise Del Piero sakatliktan tam olarak dönemedi, Iaquinta da sakat. Sissoko henüz alisabilmis degil, sakatliktan döndü döneli. Amauri'nin ise kaç haftadir nasil kanser ettigini ben biliyorum kendimden. Ciro'nun kadro tercihi konusunda bu hafta oldukça sikinti çekecegini düsünüyorum. Sissoko'ya mi yer verecek, yoksa Bordeaux maçinda Juventus adina ayakta kalabilen Poulsen'e mi? Del Piero'yu dahil edecek mi yok Giovinco'yu mu görevlendirecek?

Legrottaglie ve Chiellini beraber oynamaya aliskin degiller ama baska da çare yok. Diego'nun yükselen performansi ümit verici takim için. Camoranesi de ayni sekilde sag kanadi oldukça güzel isliyor. Ancak son noktada Amauri ve Iaquinta ikilisine olan güvenim gittikçe kayboluyor. Bakalim Cagliari deplasmaninda nasil çikacaklar. Ama büyük ihtimalle Ciro klasik 4-4-2'ye yakin, Diego'nun biraz daha forvet arkasina yakin olacagi bir düzen tercih edecektir, orta alanda 4'lü baklava, yildiz.

-----------------Buffon

Caceres---Chiellini---Cannavaro---Grosso

Camoranesi---Sissoko---Poulsen---Marchisio

-------------------Diego

------------------Amauri

Çok çok önemli bir Inter maçi oynayacagiz önümüzdeki hafta. Bordeaux'ya karsi oynadigimiz futbol hiç iç açici degildi. Cagliari maçinda en azindan biraz daha oturakli bir oyun sergilersek hafta arasini Inter için daha rahat hazirlanarak geçirebiliriz. Artik tekrar oyunu yukari çekmek lazim, Inter maçi da geldi çatti, farki açtirmamaliyiz.

Cagliari'yi hafife almaz, Lazzari ve Conti'nin oyun kurmasina engel olursak Cagliari'yi geçeriz. Milan maçi NTVSpor'da, Juventus internette. Oldu mu ya?? Neyse artik El Clasico'dan evvel gözümüzü isinir. Cagliari kesinlikle küçümsenmemeli.

Manchester City 1 - 1 Hull City

Uzun zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum bir futbol olayına. Geçtiğimiz sene Hull City, Manchester City'ye 5-1 yenildiğinde Phil Brown öğrencilerini tam olarak yukarıdaki gibi azarlamıştı. Bugün ise 81dk'da Hull City kazandığı penaltıyı gole çevirerek Manchester City'ye yanılmıyorsam üst üste yedinci lig beraberliğini yaşattı. Golü atan Jimmy Bullard ise takım arkadaşlarını tıpkı bir sene önce teknik direktörlerinin yaptığı gibi etrafına topladı ve azarlamaya başladı. Tabi haliyle seyircilerin hali duman, herkes kırıldı. Gerçekten harika bir ensantantaneydi.

Hatta kendimi geçen seneki olaya denk gelmiş olduğum için ve bu maçı da sırf City tekrar berabere kalacak mı diye izlediğim inanılmaz şanslı saydım. Ay hakikaten çok eğlenceliydi ya.

Ama Phil Brown olayın başını yakalayamamış, golün sevincini kısa kesip orta sahayı kalabalıklaştıracak bir rotasyon hazırlamaya çalışıyormuş. Sonradan fark etmiş ve yarılmış. Söylediğine göre oyuncularını maçtan sonra tebrik bile edememiş, soyunma odasına gittiğinde hala daha gülüyormuş :)

Daha bakmadım ama küçük bir kamu araştırmasından sonra videolarını da koyacağım. Ne korner bayrağıyla Max Paynecilik, ne ayakkabı temizleme ne de sekiz takla, üç salto, sekiz buçuk burgu. Bu kutlama oyunlara eklenmeli önümüzdeki sene :)


Biraz da maça değinmek istiyorum, çok kısa. Al-Mubarak yazın harcadığı €120m'ya yanıyordur eminim ki. Bir Lescott faciasıyla karşı karşıyalar. Gerçekten yetersiz bir defans hattı var. Stephen Ireland oyunu toplama çalıştıysa da yeterli olamadı. Robinho döndü belki ama yanında kimse olmayınca çabaları yetersiz kaldı. Neredeyse üç ay oldu Manchester City formasını giymeyeli ve o forma üç boyunca kaç kez Nou Camp'a gitti. İlk yarıda oldukça baskın gözüküyordu Manchester City ve Robinho harika bir şut çıkarmıştı. Ancak Hull City de iyi dayandı. Yedikleri gol oldukça talihsizdi, Duke Shaun-Wright'ın şutunu almaya yeltenmişken Hull defansından gelen bir kafa (McShane) Duke'u gafil avladı. Bu zamana kadar çok iyi savunma yapmışlardı. Evet hücum hattında yetersiz kalmışlardı ama City hücumlarını da iyi savuşturmuşlardı. Ne olursa olsun, son gülen Bullard oldu :)

NBA Scoreboard Friday November, 27th

Washington: 94
Miami: 84

Atlanta: 100
Philadelphia: 86

Cleveland: 87
Charlotte: 94

Toronto: 103
Boston: 116

Clippers: 104
Detroit: 96

Dallas: 113
Indiana: 92

San Antonio: 92
Houston: 84

New York: 125
Denver: 128

Phoenix: 120
Minnesota: 95

Milwaukee: 90
Oklahoma: 108

Memphis: 106
Portland: 96

New Jersey: 96
Sacramento: 109

Gecenin Performansı: Aman diyeceğimiz bir karşılıklı düello vardı. Ki anlatım bozukluğu yaptım, düello zaten karşılıklı yapılır, içinde duo var, her neyse. Düellonun olduğu maç Knicks - Nuggets. Jennings'ten sonra sezonun ilk 50 barajı geldi; Carmelo Anthony. Zaten sezonun başından beri insanlık dışı bir istikrar da insanlık dışı bir performans sergiliyordu. Bu 50 de taç oldu. Yetmedi mi? Adam sezon başından beri 20 sayının altına düşmedi. İşte hayvanlık; 50pts, 5ast, 6reb ve %60'lık saha içi isabet.

Ama karşı tarafta da öyle bir performans vardı ki Carmelo bile gölgeleyemedi; Al Harrington. Zaten başa baş geçen maçta Anthony'den aşağı kalır yanı yoktu. Hatta fazlası vardı isabet yüzdesi hariç; 41pts, 10reb, 1ast, 2stl, 2blk ve 38dk!! Carmelo ise 46dk sahadaydı.

20091128

Fenerbahçe 1 - 3 Kasımpaşa

Geçen hafta Manisa'daki puan kaybımız ve teptiğimiz fırsat, bu hafta da Fener'in bizim mağlubiyetimizden yararlanamayışı. Sevilla şuan 0-1 yenik durumda ama Beşiktaş bu hafta Sevilla'nın kovaladığı şansı yakaladı. Bursa'yla kol kola yükselebilirler.

Neyse maça geçelim. Daum, Emre Bilica ve Santos'un yokluğunda Selçuk Önder ve Topuz'la çıktı. Yılmaz Vural ise aslında ideal olan Kasımpaşa 11'yle çıktı. Tek fark Ali Güneş'in yokluğunda sağ beke çekilen Keller'di aslında.

Kasımpaşa'ya ve oynadıkları oyuna değinmek istiyorum. Bir defa Keller özünde orta saha oyuncusu. Aslında Sabri'den hallice (sağ açık/sağ bek yatkınlığı açısından) bir sağ kanat oyuncusu. Ali Güneş olmayınca sağ beke kaydı ve bu aslında Kasımpaşa daha da hücuma yönelik bir takım havası kattı. Solda zaten Ergün vızır vızır bir oyuncu. Taa seneler öncesinden biliyorum Teber'i. Tabii o zamanlar küçüklüğün getirdiği bir "aa sol kanat, adı da Ergün, belki Ergün Penbe'nin yerini tutar, hem de Kayserili sarı-kırmızı" şeklinde self-telkinlerde bulunuyordum. Sonradan futbol gözüm açılmaya başlayınca daha sağlıklı değerlendirebildim. Hatta yalan olmasın ama sanki Kayseri başkanı yüzünden gelememişti Galatasaray'a.

Neyse sonuç olarak Kasımpaşa 4-1-3-2'ye yakın bir dizilimle çıktı;

-----------Tolga

Keller--Barış--Koray--Ergün

------------Sedat

---Yekta---Moritz---Murat

-------Gökhan---Cenk

Aslında birbiriyle oynamaya alışık olmayan Önder/Lugano ikilisine karşılık üç tane hızlı, bir tane tecrübeli ve bir tane bitirici oyuncuyla çıkmak çok doğruydu. Emre'nin olmayacağı ve Baroni'nin yalnız kalacağı bir orta sahaya karşılık üç çabuk oyuncu sürmek, kaç zamandır ilk 11'e çıkmayan ve beraber oynamamış olan Güiza/Semih ikilisiyle seyircisi olmayan bir Alex'e karşılık dörtlü savunmanın önünde tek ön libero yeterli olacaktı.

Tabi bunların hepsi takımın fizik gücü yettiği ölçüde, takım koşabildiği ölçüde geçerliydi. Öyle de oldu. Yetiştiler 90dk'ya. Bunda duran Fener'in de büyük etkisi vardı. Takım Alexleşmiş gibiydi. Ama atladıkları bir nokta var ki Alex'in farkını yaratıyor; Alex haricinde Fenerbahçe'deki hiçbir oyuncu (belki şans verilirse ilerleyen zamanlarda Özer) oyun üzerine doğrudan etki edebilecek kapasite, beceri ve saha görüşüne sahip değil.

Koray ve Barış oldukça önemli müdahalelerde bulundular. Ergün ise Gökhan'ı çimlere gömdü resmen. Carlos artık gitmeli, Vederson yada Uğur Boral yerine monte edilmeli. Bugün kim vardı sahada Fener adına? Selçuk, Turacı, Topuz, Özer, Deivid ve Semih. Peki sen hangisini sezon başından beri takımın bir parçası yaptın? O Uğur Boral'ı niye harcadın kenarda? Sen şimdi kalkıp da Selçuk'a yada Önder'e hesap sorabilir misin hani nerdeydin sahada, niye kaçırdın Cenk'i diye? Soramazsın. Çünkü hiçbiri iyi oynamak zorunda değildi, hiçbiri kendini o takıma ait hissetmiyordu.

Özellikle Yekta'yla Ergün'ün oyunları çok tatmin ediciydi bu akşam. Murat biraz daha pas vermesi gerektiği yerleri iyi değerlendirmeli. Moritz gene asıl yerinin forvet arkası olduğunu gösterdi. Orta sahaya geldi, top aldı, Yekta'ya çıkardı, gitti Cenk'in arkasından koşular yaptı, Gökhan'ı içeriye kaçırdı.

Baroni ve Selçuk ileriye bir adım bile çıkmadıkları için Alex'in arkasındaki boşluk çok açıldı, Kasımpaşa da rahatlıkla Fener yarı sahasına geçirdi topu. Tolga genel olarak iyiydi, özellikle çıkıp çıkmamak konusunda tereddütten kaçındı ve zamanlamaları yerindeydi. Cenk ise tecrübesiyle çok güzel kaçtı arkaya. Yekta'nın pası Elano'nun Nilmar'a verdiği pası hatırlattı bana ama pozisyon ofsayttı. Sağlık olsun, gollerin haricinde ben 7 tane net pozisyon saydım Kasımpaşa adına. O gol verilmeseydi ofsayttan, başka pozisyon gol olurdu. Gökhan Güleç pozisyon bulmakta zorlanmazken bitirmek konusunda çok cimri davrandı.

Son olarak Volkan'dan bahsetmek istiyorum. Bu takımın performans olarak da kafa olarak da en sağlam adamlarının başında geliyordu Volkan. Hatta belki de Lugano'yla (Lugano'nun fevriliği hariç) bu anlamda Fenerbahçe'de tekti. Ama bu maçta gördük ki, Fenerbahçe forvetten kaleye sarsılmakta.

Semih küsmüştür, Selçuk/Deivid ve Uğur Boral kaybedilmiştir, geçmiş olsun. Darısı Vederson'un, Özer'in, Önder'in başına(!) diyelim ne diyelim..

NBA Power Rankings #1

Lakers sezon başından beri yer verdiğim ilk Power Rankings'in birinci sırasında yer alıyor 4'te 4 yaptığı haftanın sonunda. Gasol'un da dönüşüyle LA'de işler iyice şampiyonluk havasına girmeye başladı. Dahası, artık oynadıkları oyun da keyif vermeye başladı. Sadece panyanın karşısından değil, potanın arkasından da sayılar atmaya başladı takım. Sezon başlayalı bir ay oldu ve Phil Jackson takımı resmen adım adım tekrar şampiyonluk ritmine sokmayı başardı. Gasol/Odom/Kobe anlaşmaya devam ederse sorun olmayacaktır.

İkinci sırada Orlando Magic var. Savunma hala daha sıkıntıda, hücum ise tam dengeyi tutturmuş değil. Vince Carter etrafındaki yetenek cümbüşünün farkına varabilmiş değil ve Jameer Nelson bir kez daha sakat. Ama geçtiğimiz haftayı 4-1'lik bir seriyle geçtiler ve dahası ligin flash takımı Atlanta'yı Atlanta'da zorlanmadan geçmeleri yetmiyormuş gibi bir de Celtic'i deplasmanda mağlup ettiler. Bu haftaki tek mağlubiyetleri Heat karşısındaydı. Önlerinde ise şimdi Bucks, Knicks, Nets ve Warriors var. Warriors'ın hücumlarına dur diyebilirlerse kayıpsız atlatabilirler bu dört maçı.
Son sekiz maçın yedisini kazanan Cleveland'da ise işler güzel gitmeye başlamış gibi gözüküyor. Hele bir de Shaqsız başardıkları bu seri, takım için gerçekten ümit verici. Gerçi şimdi önlerindeki fikstür oldukça can sıkıcı, Phoenix, Dallas ve Chicago. Bu üç maç gerçekten çok önemli bir sınav olacak Cavs için. Ama kanımca asıl mesele kazanmak yada kaybetmek olmayacaktır; tekrar bir ritm yakalamak, momentumu takım lehine çevirmek ve takım içindeki kimyayı sağlamak. Ayrıca bu zorlu üç maçı sakatlığa kurban gitmeyerek atlatmak.

Suns 7-1'lik başlangıçtan bu yana sadece iki mağlubiyet aldı ve şuan 11-3'teler. Ancak D'Antoni zamanındaki rotasyon sıkıntısı hala devam ediyor. İlk 5 yapması gerekeni zaten yapıyor. Suns'ın performansının devamlılığını bench'in katkısı belirleyecektir. Barbosa ve Dudley beklentileri karşılayan sayılar tuttursalar da Amundsen ve Dragic'ten biraz daha verim almaları lazım. Hele ki 35'ine gelmiş bir Nash ve ortaya koyduğu muazzam performansı da düşünürsek ben Suns bench'inde olsam sırf Nash'e olan saygımdan kendimi aşmaya çabalardım. Hawks, Hawks, Hawks. Hala daha yüksekten uçuyorlar ve o kadar istikrarlı gözüküyorlar ki All-Star arasına kadar kazanmaya devam edebileceklermiş gibiler. Aslında biraz 2000ler'in başındaki Nets ile 2007'den bu yanaki Magic'in karışımı bir durum Hawks'ınki. Nets de Magic de adım adım play-off'a ulaşmış, konferans finallerini aşmış ve en son Batı engeline Final'de takılmıştı. Hawks da şuan oyun ve tutturdukları ritm itibariyle benzer bir play-off yükselişi sağlayabilecekmiş gibi gözüküyor. Ha bu sene nereye kadar giderler bilemem ama 2010'dan doğru faydalanırlarsa ve takım kimyasını korurlarsa, herşey güzel olacaktır.

Yakaladıkları başarılı sonuçlardan sonra hiç hoş sayılmayan bir Clippers mağlubiyeti yaşasalar da çabuk toparlandılar ve Nets, Chicago ve Minnesota maçlarından galibiyetle ayrıldılar. Özellikle JR Smith'in tekrar form tutması takıma çok büyük ivme kazandırdı. Yaptığı spektaküler hareketlerle de Nuggets'a bir karakter kattı. Melo zaten sezon başından beri ortalamayı 30'a dayadı. Ayrıca Chris Andersen'in de tekrar takıma adapte olması da size açısında Denver'a derinlik kattı. İyi gidiyorlar, Billups'ın da top dağıtımı her zamanki gibi yerinde. Nihayet Greg Oden'a kavuşan Portland, iyi bir sezon geçiriyor. Özellikle son 10 maçta aldıkları 8 galibiyet ivme yakalamalarını sağladı. Brandon Roy'un performansı çok üst düzey, LaMarcus Aldridge istikrarı yakaladı ve beklenen katkıları yapmaya başladı. Greg Oden de Chicago karşısındaki career-high'dan sonra takıma sağlayacağı katkıların sinyallerini verdi. Yanlız Blazers'ın oyununda kağıt üstünde beklentinin altında kalsa da aslında önemli rol oynayan biri daha var; Andre Miller. Andre Miller asist/sayı dengesini sağlayıp her iki alanda da dişe dokunur preformanslar gösterdiğinde takım hep galip gelmiş.

Sezon başındaki o muazzam seriden eser yok Celtics'te. Özellikle son beş maça baktığımızda 2-3'lük bir durum görüyoruz. Tam Rajon Rondo performansını artırdı derken bu sefer de Rasheed sallanmaya başladı. Garnett'ten ise hiç bahsetmiyorum bile, o Knicks maçı neydi öyle?! Hala daha dizi dertli. Evet Amare'yle karşılaştırdığımızda Garnett daha rahat atlatabilirdi. Ama 1000'in üzerinde maç ve aynı istikrardaki bir kariyer. Umarım döner ve en azından bu sezonu bir daha sakatlanmadan tamamlayabilir.

Evinde oynadığı son üç maçtan bir mağlubiyet aldı Mavs. O da Golden State. Ancak bu hafta boyunca oynadığı maçlardan sadece Spurs karşısında sağlam bir performans sergilediler. Hatta Warriors'a kaybedeceklerinin sinyallerini Kings karşısında ucu ucuna kazanarak vermişlerdi. Josh Howard sakatlığı bir türlü atamadı üstünden, ortalıkta yok. Shawn Marion bir haftadır maç kaçırıyor. Jason Terry'nin kenardan getirdiği katkı ise pek çok maçta Mavs'a hayat verdi. Bunun haricinde bir tek Nowitzki ayakta, gene koca takım sırtında. Tim Thomas, Drew Gooden ve Dampier. Bu isimler de üretime katıldığı zaman ancak kazanmaları gereken maçları kazanmaya başlayacaklardır.

Parlak çocuğu hepimiz biliyoruz; Brandon Jennings. Özellikle Bogut'un sakatlığının ardından San Antonio maçının son çeyreğine kadar üç muazzam performansla takımını taşıdı ama Spurs'e takıldılar. Ne olursa olsun çok özel bir oyuncu Brandon Jennings. Özellikle Bucks cephesinden baktığımızda çok uzun zamandır böylesine heyecan uyandıran biri olmamıştı. Bogut döner ve Ersan da ritmini artırmaya devam ederse (tabii ki Jennings'in devam etmesi lazım) Bucks için güzel bir galibiyet yüzdesiyle bitebilir sezon. Ama bunda rol oyuncularının, Gadzuric Delfino Ukic ve Bell gibi, kenardan gelerek yapacakları katkı da kilit rol olacaktır.
Houston kararlılığıyla iyi sonuçlar almaya ve play-off hattına tutunmaya devam ediyor. Ama sadece kararlılık değil, savunmadaki etkinlikleri de çok önemli. Hele ki Chuck Hayes'in savunma zekası ve Shane Battier'in malûm mücadelesi, T-Mac ve Yao'suz Rockets'ın Batı'da tutunmasındaki en büyük faktörler. Ve tabii ki Ariza'nın gelişi. Ariza aslında bu savunma kimliğine çok şeyler kattı, takım arkadaşlarını zor durumda bırakmadan maç başına ikinin üzerinde top çalıyor. Tek sorunları "size". Gasol/Bynum ve Oden/Aldridge gibi devlerin bulunduğu bir konferansta Scola'yla zor. Ha tabii bir de Brooks'la Lowry arasında doğru tercih yapılmalı.
Salı günü Utah karşısında çok iyi bir geri dönüş gerçekleştirdiler. Kevin Durant takımı alıp götürüyor çoğu maçta. Ayrıca Russell Westbrook gibi gibi pasöre de sahip olunca sete setlerde de başarılı olabiliyorlar. Sezona iyi başlamayan üç numaralı çalyak James Harden da takıma ısınmış gibi gözüküyor. Takım olarak oldukça gelecek vaad ediyorlar ve şuanda da fena gitmiyorlar. Kazandıkları zaman genelde farka koşuyorlar. Ama oyundan da çabuk kopuyorlar. İki zor deplasman maçının olduğu dört maçlık haftada sadece Lakers karşısında mağlubiyet aldılar. Biraz daha sertleşebilseler, biraz daha az size sorunu yaşayabilseler.
Bu kadar mı yumuşak olunur ya? Gerçi Pacers karşısında bir yarıda 74 sayı atınca Phoenix'in hücum istatistiğini geçtiler ama işin savunma kısmında da bir o kadar berbat haldeler. Geçtiğimiz hafta içinde de sadece Pacers maçında galip gelebildiler. Sezon başından beri Orlando'yu yenemiyorlar. Aynı şekilde Celtics'e de direnemediler. Hele Stephen Jackson'ın gelişiyle iyi bir ivme yakalayan Bobcats karşısında silindiler. Önümüzdeki 5 maçın 3'ü de deplasmanda ve Hawks ile Bulls bu deplasmanlardan ikisi. Ve bir de pazar günü Suns maçı. Gerçi oldukça keyifli bir maç olacaktır, NBA'in Eredivisie'si diyebiliriz kaba tabirle.

Utah. Üç maç ard arda kazandıktan sonra toparlanmış gözüküyorlardır. Özellikle Spurs karşısındaki bedbaht talihlerini yenmeleri, toparlanmaya başladıkları izlenimini yaratmıştı. Ama Thunders karşısında aldıkları mağlubiyet kafaları tekrar karıştırdı. Okur'un istikrarsız hali de takımı büyük ölçüde etkiliyor. Thunders maçından bir gün sonra Bulls karşısında galip gelseler de takım içinde hala daha cevaplanması gereken sorular ve toparlanmaları lazım. 7-7'lik bir seri oynamaya çalıştıkları oyuna yakışmıyor. Ev sahibi olmak avantajdır, ama garanti değil. Buna alışmaları lazım. Thunders acı bir şekilde gösterdi bunu.
Ve Spurs. O şampiyon kadronun iskeleti hala aynı. Ve aslında asıl sorun da buydu çoğuna göre, artık yenilenmeleri gerekiyordu. Ama eminim ki Spurs önümüzdeki sezona 0-8'le başlayacak. Ve hemen ardından inanılmaz bir geri dönüş yaşayıp play-off potasına girecek, yetmeyecek konferans finallerinin adaylarından olacak. O yüzden Spurs'e öldü demeye gerek yok. Hele Duncan emekli olmadan yada başka bir takıma gitmeden, asla öldü denemez. Parker/Manu/Duncan. Bir şekilde ayakta tutarlar Spurs'ü.

Üst üste üç mağlubiyet. Tam all-star arasına kadar dayanamayacaklar mı derken biri Magic deplasmanı olmak üzere iki yakın galibiyet ama sonra kendi evlerinde gelen bir Wizards mağlubiyeti. Tamam sezon çok uzun, sonuçta takımlar şuan 15 maç civarında ama Heat'te top gene Wade'e bakıyor. O'Neal beklediğimden daha istikrarlı olsa da Chalmers'ın biraz daha fazla süre alıp top kullanması gerekiyor. Haslem de Marion'dan sonra sorumluluklarının ne kadar artığının farkına varmalı. Yazık günah Wade'e ya.
Altı maçlık güzel bir sezon başlangıcından sonra en son Kings karşısında galip geldiler. 19, 15 ve 22 sayılık farklar yiyip dört maç ard arda kaybettiler. Noah biraz daha fazla sorumluluk almaya başlasa da Luol Deng'in tek kişilik performansı yeterli olmuyor. Derrick Rose tekrar eski agresifliğine yaklaşmış gözüküyor sakatlıktan sonra biraz daha vakti var. Hele geçen sene play-off'larda gösterdiği performansı yakalaması için biraz daha sabretmemiz lazım. Hinrich ise 2004-2007 arasındaki o 77/81/80'lik sezon performansından iki sezondur iz yoktu, bu sezon da farklı değil. Rose'un da form tutmasıyla toparlayabilirler.

Beş maçlık bir galibiyet serisinden sonra çok sağlam gözüküyorlardı. Danny Granger'ın aldığı yüksek sorumluluk ve takım üzerindeki etkisi çok belliydi. Hala daha oldukça iyi gidiyor Danny Granger ama takımı için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil, son dört maçlarını kaybettiler, bir Clippers arası verdiler ve sonra Mavs'a gene kaybettiler.. Gerçi Cleveland'a karşı kazanabilirlerdi, üç periyot boyunca gerçekten çok iyi bir mücadele ortaya koydular ama maçlar üç periyottan biraz daha fazla sürüyor. Maçlar üç periyot olsaydı Nets rekora gitmezdi.
İşte ligin en ters takımı. NBA'in en iyi PG'lerinden birine sahipler ve takım ona bel bağlıyor çoğunlukla. Ama şimdi O sakat ve takım onsuz yoluna devam ediyor. Ne oldu?? Hawks ve Suns dahil olmak üzere son 5 maçlarından 4'ünü kazandılar. Ama bundaki kilit nokta Marcus Thornton ve Darren Collison'ın aldığı ekstra süreler. Jeff Bower gençleri rotasyona kattığında başarılı olacaklarını kanıtladı. Byron Scott da bilseydi bunun bu kadar basit olduğunu.. James Posey'den biraz daha katkı alabilseler daha rahat edecekler.

Chris Kaman'ın muhteşem dönüşü ve yükselişi, double-double'a yakın tutturduğu ortalama. Sezona büyük ümitler vaad eden Blake Griffin'den yoksun başladılar, hala daha da öyle devam ediyorlar. Baron Davis ise %38'lik isabet ortalaması ve 14.9pts'yle hiç de beklenen seviyede değil. Butler ve Al Thornton'ın performansları takımı ayakta tutuyor. Eric Gordon yokken bütün ekstra katkılara ihtiyaçları olacak. Blake Griffin dönecek olursa gerçekten çok büyük bir size'a çıkacaklar. Ama o dönene kadar, Kaman'la Camby'ye muhtaçlar.
Iverson'dan sonra uyanmış gözüküyor Memphis. Altı maçta dört galibiyet aldılar. Bu mağlubiyetlerden biri de Suns deplasmanı. Rudy Gay ve Randolph oldukça iyi gidiyorlar. Gasol'un da son performansları göz doldurucu. O.J Mayo da öyle. Ama Conley'den beklenen ve istenen performans alınamıyor. Zaman zaman saman alevi gibi parlayan bu genç çocukların istikrarı tutturması için biraz daha zamana ihtiyaçları var gibi gözüküyor.Ama gene de 5-9 şuan için çok da kötü değil.

Detroit Jazz'la uzatmaya giden maçın ertesi günü Phoenix'le karşılaştılar ve hiç şansları olmayacağı aşikardı. Gene de birkaç tane olumlu yan vardı takıma dair. Ben Gordon ve özellikle de Rodney Stuckey gerçekten harika işler çıkarıyorlar ama son 7 maçta galibiyetleri bulunmuyor. İşlerine geldikleri zaman gayet güzel savunma yapıyorlar ama top paylaşımı konusundaki sıkıntı sürüyor. Ben Gordon'a bel bağlamayı bırakıp takım olmaya çalışırlarsa yada Rip'le Prince dönecek olursa çok daha sağlıklı bir hücum hattına sahip olacaklar.

Warriors'ın Stephen Jackson'la yaşadığı problemleri biliyoruz. Sonrasında da kendisini ödüllendirmemek için Cavs yerine Bobcats'e gönderdiler. Ve o zamandan bu yana 2-2'ydiler. Boston ve Cleveland deplasmanlarında kaybedip gene deplasmanda Mavs'ı kendi evlerinde de Blazers'ı yendiler. Ve işin ilginç yanı Stephen Jackson'ın yanında Don Nelson da takımla beraber değil pnömani (zatüre) dolayısıyla. Hadi Jackson'ın gidişi takıma yaradı da, Don Nelson'ın yokluğu da mı iyi geliyor takıma?!
Kevin Martin ve Garcia'nın yokluğunda aslına bakarsanız oldukça iyi gidiyorlar. Ve hiç kimse Westphal'dan mutsuz olamaz. Ama yine de yetmiyor. Kazandıkları bu güzel kimliğe rağmen dört maçtır kaybediyorlardı, Knicks ve Nets gibi ard arda güzel iç saha maçına denk gelince tekrar ritm yakaladılar. Şimdi ise Pacers'la karşılaşacaklar. Tyreke Evans oldukça ön plana çıkmaya başladı, çaylak bir guard olarak Jennings'in arkasında kalsa da onun da performansı yadsınmayacak noktada. Casspi'nin son birkaç maçtaki güzel oyunu da ilerisi için güzel. Udrih de istikrar yakalamak üzere.
Her ne kadar kaybedilen maç sayısı artsa da takım genel olarak daha mücadeleci gözüküyor. Mareese Speights'ın yokluğu etkilemiş durumda takımı ama Igoudala ve Thadeus Young güzel form tutturmuş durumdalar. Ancak Elton Brand ve Dalembert'in bir türlü gereken seviyeye çıkamaması sorun. Dalembert blok yapıyor yada sürekli bir blok tehdidi yaratıyor olabilir ama savunma yapmadığınız yada 5 blok teşebbüsünüzde 3'ü savunma pozisyonundaki hatanız yüzünden faul oluyorsa, hiç blok yapmayın daha iyi.
Indiana maçına kadar yedi maç üst üste kaybetmişlerdi. Hücum istediler, Stephen Jackson da onlara hücum veriyor. Makineli tüfek gibi şut gönderiyor. Eh ne kadar çok atarsanız, tutturma şansınız o kadar fazla olur. Evet hücum da sonuca gidebiliyorlar ama rakiplerini savunmayla alt edebilecek seviyede değiller. Gerçi sırasıyla Toronto ve Cleveland'ı yenmeyi başardılar kendi sahalarında, hatta Wizards önünde de şanslı görüyorum ama savunma yapmadan çok devam edemezler.
Wizards'da yaşanan problemlerden bahsetmiştim, Arenas'ın yenilmeyen egosundan ve Haywood'un bundan duyduğu rahatsızlıktan. Bu durum hala daha devam etmekte. Her ne kadar taraftarlarına Cleveland'ı yenerek güzel bir galibiyet yaşatmış olsa da sonraki iki maçın toplamında +40 sayı fark yediler. Hiçbir şekilde Saunders'ın mücadele ve iletişime dayalı komple hücum anlayışından zerre emare yok takımda. Bakalım ilerleyen günlerde değişen bir şeyler olacak mı Wizards cephesinde.
Nate kendi potasına ata dursun, D'Antoni'nin çabaları nafile kalıyor. Ne yalan söyliyim Knicks'in oyununu konuşmak bile istemiyor canım. En son herkesin yaptığı gibi Nets'i yendiler. O günden beri galibiyet yok takımda. Zaten topu topu 3 galibiyetleri var ve belki de Minnesota ve Nets'ten daha ümitsiz bir noktadalar. Tamam, Timberwolves kadar olmayabilirler.
Nets'le aynı kaderi paylaşmaktan sadece tek bir şutla kurtuldular. Nets'ten çok daha kötü bir oyun oynuyorlar. Al Jefferson performansını geçen seneye yaklaştırabilirse sezonun ortasına geldiğimizde en azından maç kazanmaya başlamış olabilirler. Daha önemlisi Kurt Rambis de bir yere gitmiyor. Tabi bunlar ola da bilir, olmayadabilir.
Ve son olarak Nets. Nerden nereye bir takım. Eğer Kings'e de kaybederlerse 0-17 rekorunu kıracaklar. Chris Douglas ve Brook Lopez bireysel olarak gerçekten çok güzel performanslar çıkartıyorlar. Ama çok gençler, çok tecrübesizler. Aslına baktığımızda 36dk başına başarı oranları daha yüksek. Ama yazının başlarında da dediğim gibi, maçlar üç periyottan biraz daha fazla. Eğer bir periyot daha dayanabilselerdi sezon başından beri, bu halde olmayacaklardı. Neyse ki Devin Harris dönüyor. Onun da katılmasıyla en azından son periyotta üretmeye devam edebilirler.

Bursaspor 1 - 0 Galatasaray

Gece Power Rankings'lere dalmam ve maç dolayısıyla oldukça sinirli olmam sebebiyle biraz sakinleşip sağlıklı değerlendirmelerde bulunabileceğim bir vakti bekledim. Sanırım artık yazabilirim. Arkada Fight ve Mutations çaladursun ben de maça döneyim.

Öncelikle biraz geçmişe yönelip Arda/Kewell ve Arda/Elano ikililerine bakmak istiyorum. Ve bunu tamamen Arda'nın üzerinden yapacağım. Çünkü Arda mutsuz, bir türlü oynadığı yere ait hissedemiyor kendini, güven problemi diyemem ama sanki takıma faydalı olacağına dair inancı azalıyor gibi. Zamanında Lincoln'un forvet arkası olarak oynayıp da Hasan/Arda kanatları, Topal/Barış, Ayhan/Meira ortasahaları ve Servet'in yaratıklaştığı yıllar. Yani Mondi'nin gidişi, Kalli'nin gelişi, Cevat Güler'in şampiyonluğu ve kendini anlatamayan/kimsenin anlamaya çalışmadığı bir Skibbe. İşte o zamanlardı Arda kanatlardaydı, Lincoln vardı forvetin arkasında, hem koşuyordu hem de kanatlarla forveti dengeli besliyordu. Arkada Ayhan daha dinçti, top dağılımını çabuk yapıyor hemen Lincoln'ü buluyordu. Hasan vardı, yılların tecrübesiydi her ne kadar dağılmak üzere olsa da yürekten Galatasaraylıydı. Arda'nın bu yüzden kanatla bir derdi yoktu.

Sonra sol kanada yerleşmeye başladı iyice, arada içlere kat etti vs vs. Ama derken 2008-2009'un Temmuz'unda Kewell geldi. Hop, Arda sağda. Arda'nın üzerine adam alındı. Ama Lincoln vardı hala, o yüzden sorun yoktu. Lincoln gitti, Keita geldi, Arda ortaya kaydı. Artık kanatlarda iyice pişmişti ve özellikle de sol kanattan sıkılmıştı. İstiyordu ki beslenmesin, beslesin. Orta oynasın, kanatlardan içe adam kaçırsın. Ama derken Elano geldi. Elano güzel bir transferdir ama gereksizdir ve monte edileceği yere karar verilmediğinden kötüye gidebilecek bir transferdir. Arda tekrar ya kanada kayacaktı -ki hiç istemiyor- ya Kewell kesilecekti yada Elano oturacaktı. Şuan üçüncü senaryo gerçekleşiyor. Hatta Baros'un sakatlığı ve Nonda'nın nedense tercih edilmeyişi sebebiyle dönüşümlü forvet olarak da oynayabildi Arda. Ama sezon başındaki o pas dağıtan, gol attıran, çalım atan ve "nihayet şut çekmeye başladı" demeye yaklaştığımız Arda'dan eser yok. Elano'ya bir şekilde yer bulunmazsa kötü bir transfer olacaktır. Ama birazdan da değineceğim üzere Elano oynamalıdır.

Bu bir. İkinci olarak değinmek istediğim şey sezon başından beri ikinci büyük yanlış karar. Birincisi güzel sonuçlandı, üstünde durulmadı: Ankaraspor maçında Aydın'ın oyuna girişi, daha doğrusu yanlış değilsem Keita'ydı çıkan. Bugün aynı yanlış bir kez daha yapıldı; bu takımda her an pozisyon yaratabilecek ilk isimdir Keita. bu eskiden Arda'ydı. Ama Arda'nın mental direnci oldukça düşük, sanırım Baroni ittikten sonra iyice yerlere indi bu dirayet. Ama Keita şuan hem Türkiye'deki olumsuz ve yoğun baskıyı henüz tanımıyor, dolayısıyla da hissetmiyor hem de maç içinde rakibi uyuttuğundan patlayıcı hareketlenmeyi yaptığı anda rakip çoğunlukla gafil avlanıyor. Ama dün akşam Nonda'nın 7 golünün heralde 4'ünün asistine sahip olan Keita geldi kenara. Hiçbir yerde yazılıp çizildiğini görmedim ben.

Evet Kewell'ın zekasına ihtiyaç duyuyoruz ama bazen oyun öyle kısır hale gelebiliyor ki zekadan çok patlayıcı kuvvet ani etkiye ihtiyaç duyuluyor. Tamam evet, Kewell gene kimse anlamadan bir anda ön direkte bitip kafa topu kollayabilir, yada minicik bir vücut çalımıyla önünü boşaltıp şut çekebilir, topu saklayıp içeriye yapılan koşular için ara pas kollayabilir. Ama dünkü Bursa ve bu kadar kalabalık bir orta saha içinde sahaya bir santrafor (ki Nonda da tam anlamıyla bir santrafor değil, forvet) sürülecektiyse çıkan kişi ya Barış yada Kewell olmalıydı.

Sarp-Topal-Barış orta sahası hata değildir, eğer Baros'un olduğu bir üçlü ileri uçla birlikte sahadaysanız Sabri'yle Sarp'ı da katar 5 kişiyle gider sonuca ulaşırsınız, geriye de az pozisyon kaçırırsınız. Ama 4-6-0'la sahadaysanız ve tam anlamıyla bitirici bir santraforunuz yoksa Sarp-Topal-Barış'la çıkmak 1 puancılıktır, ama Sabri ve Hakan gibi çıktı mı gelemeyen iki bekiniz varsa sistem dahilinde, o zaman bir deplasman takımı olarak ev sahibine dersiniz ki "şişir evladım arkaya, al puanını çık yukarıya."
Tam da böyle oldu, Bursa kalabalık göbeğe girmektense uzun toplarla arkaya sızmaya çalıştı. Kademe anlayışı ve tandem bilgisi Topal haricinde sıfıra yakın olan savunmamız da dengesiz yakalandı mı saolsun dört kişi birden bir adamın peşine koşuyorlar.

Bu takım Linderoth tam olarak dönmediği ve Elano orta üçlüye dahil edilmediği sürece 4-3-3'ün kıyısına bile yaklaşamaz. Sezon başında evet sevimli gözüküyorduk ama o zaman bile herkes duruyordu. 4-3-3'ün gerektirdiği oyunun her yönüne hakim oyuncu profili şuan yok. Beceri olarak evet, sınırlı düzeyde de olsa verim sağlanabilecek seviyede oyuncular mevcut, özellikle hücum yönleri sınırlı olan, ancak sadece kabiliyetin varlığı yeterli olmuyor işte. Zihniyet olarak, futbol anlayışı olarak bunu başarabilmek lazım. Bu yüzdendir ki tam performans bir Emre Belezoğlu bu ülkenin en iyi orta sahalarından biri olur. Çünkü alan daraltmasını bilir, pas trafiklerini iyi sezer, sürekli koşar, arkadaşlarının yardımına gider, kaptığı topları çok çabuk bir şekilde ileriye taşıyabilir. Bunu yaparken pasla da driblingle de çıkabilecek yeteneğe sahiptir. İşine gelirse ve formunda olursa sahadaki tüm arkadaşlarının nerede olduğuna hakim olur.

Linderoth dönene kadar böyle bir oyuncumuz yok. En azından Topal'ın istikrarsızlığı bunu böyle yapıyor. Peki bunu sağlamak için ne yapılmalı? Oyunun bir yönünde oldukça sağlam diğer yönünde ise idare eden ve idare etmekten de kaçmayacak iki kişiye yer vermemiz lazım. Bu da ancak savunmaya derinlik katacak bir Topal, fizik ve mücadele gücü yüksek bir orta saha Sarp, ve pas trafiğini sağlayacak olan bir teknik yetenek Elano.

Linderoth döndüğünde ise yapılması gereken şey Topal'ın stoper'e çekilmesi ve orta üçlünün Linderoth/Sarp(Ayhan-Barış)/Elano şeklinde rotasyona dahil edilmesidir.

Neyse maçın çok dışına çıktım. Hakan Balta'nın çöküşüne şahit oluyoruz. Bursaspor belki çok kullanmadı o kanadı ama bunun tek sebebi de Tuna Üzümcü'ydü. Eğer Ali Tandoğan bulunsaydı kanattan çok yara alırdık. Yetersizliğine rağmen sol bekte Caner'e yer verilip Hakan'ın bir güzel burnunun sürtülmesi lazım. Yada devre arasında stoper ve sol bek alınmalı. Çok yönlü orta saha yerine sol bek bulunmalı. Sağ bekte sıkıntı yok çünkü geçen senenin Servet'i bu sene Sabri, istikrar anlamında.

Bursaspor'da anlayamadığım en önemli nokta neden Turgay'da ısrar edildiği. Batalla gibi yetenekli, Türkiye'deki standarda göre uyum sürecini çabuk atlatabilmiş ve akıllı bir oyuncun varken ve Sercan'ın istediği cinsten bir top oynarken neden 5 maçta 2 kere süper oynayan bir Turgay'da ısrar ediyor Ertuğrul Sağlam, anlamak mümkün değil. Ama arka ikili Ömer ve Zapo istikrar abideleri. Sivok/Ferrari'den sonra Türkiye'deki en uyumlu stoper ikilisi. Ama bunda önlerindeki sağlam Ergiç/Kirita ikilisinin yüksek mücadelesi de önemli.

Bursaspor tam anlamıyla 4-2-3-1 olarak çıktı sahaya. Ergic'i de sayarsak tam altı kişiyle savunma yaptı Bursa. Yani Ergic'in ikili oyununu joker olarak görecek olursak 5+1'le savunma 4+1'le de hücum yaptılar. Ozan İpek ve Volkan Şen kanatlardan top şişirirken Turgay da zaman zaman Sercan'a yakın oynayarak pozisyon üretmeye çalıştı. 5+1'le bizi oldukça iyi kestiler, göbekteki kalabalıktan ve kademedeki eksiklikten de iyi faydalanarak arkaya güzel top şişirdiler.

Ertuğrul Sağlam Batalla'ya daha çok şans verse her şey daha güzele gidecek Bursa'da. Ömer/Zapo zaten banko. Ali Tandoğan da Tuna'ya göre kat kat daha fazla hücumcu bir bek. Sercan ise çok akıllı. Bizim beli dönmeyen, açık alanda istisnasız kademe hatası yapan ve adam kaçıran savunmalarımızın arasında güzel karmaşa çıkardı. Barış'ın ise kendisine ve kimliğine hiç yakışmayacak derecedeki durağan oyunu bunlara davetiye çıkardı.

Bursaspor mükemmel olmayan ama doğru olan bir oyun oynadı. Ergic'in çok yönlülüğüyle savunma kalabalığını sağladılar, Kirita ve Volkan'ın çıkardığı uzun toplarla pozisyon bulmaya çalıştılar. Biz ise gene yerimizde durduk, sadece Arda/Keita/Kewell yer değiştirdi. Ne Sarp Sivas'ta yaptığı gibi ileriye çıkıp hücumu destekledi ne de Barış o güçlü fiziğini araya koyup birebirlerle Bursa'nın kondisyonunu bozdu. Stoperlerimiz gene evlere şenlikti, ikisine de kendi cezasahamızı geçmek yasaklanmalı. Ve sadece pas idmanı yaptırılmalı. Bu kadar da "cahilce" bir istekte bulunuyorum artık. Futbol anlayışı olarak çok bir değişiklik bekleyemiyorum. Ama daha akıllı hareketler ve en azından biraz daha isabetli paslar beklemek sanırım bir Galatasaraylı, özellikle üzgün ve sinirli bir Galatasaraylı olarak en doğal hakkım olsa gerek?

Emin olun maçın başından itibaren 50dk. oyunda kalan bir Elano, 60.dk'dan sonra oyuna giren bir Elano'dan çok daha verimli olacaktır. Ayrıca bir şey daha eklemek istiyorum, artık maç için söyleyebilecek fazla bir şeyim kalmadı futbol adına neredeyse hiçbir şey koyamadık ortaya Bursa'dan ise bahsettim, madem Kewell'ın oyun zekası ve top saklaması sayesinde forvet mevkinde yararlanmayı düşünüyorum; ben Keita'yı da forvette görmek istiyorum!! Çok da ciddiyim. Forvet kimdir? Top tutabilen, koşularla rakip defansın dengesini bozup alan boşaltan, top saklayabilen, driblingi olan, pas yeteneği ve tekniği üst düzeyde ve elbette en önemlisi bitiri/gol atan oyuncu. Yani aslında takımın en yeteneklisi, 10 numara. E tamam işte, Keita: inanılmaz hızlı. Patlayıcı bir sürati var ve bununla birleştirdiğinde adam eksiltebilecek güçte bir dribblingi mevcut. Topu saklayabiliyor, hızlı koşularıyla rakip defansta alan boşaltmayı sağlayabilecek biri. Tek sıkıntısı bitiricilik olur diye düşünüyordum, dün akşamki füzesinden sonra düşünemeye başladım. Eh işte buyrun, ne eksiği var bir forvetten??

Hatta kendi dizilişimi de yazıyorum arkadaş;

----------Franco

Sabri--Topal--Servet--Hakan

----Elano---Ayhan---Sarp

----Keita---Arda---Kewell

------------Nonda

Şuan ki mevcut kadroya göre düzenledim. Tam kadro olduğumuz takdirde Ayhan'ın yerinde Lidneroth'u Nonda'nın yerinde de Baros'u görmek isterim. Ayrıca Sarp'la Barış'ın dönüşümlü rotasyona dahil edilmesi, ciğeri yetmeyebilen bir Ayhan, fizik gücü çok üst düzey olmayan bir Elano ve sakatlık riski daimi kalacak olan bir Linderoth için yeterli önlemler olacaktır. Ayrıca Topal'ın stoperde bulunması ve kenardaki Zan, muhtemel bir ortasaha sakatlığında çok dengeli bir rotasyon sağlayacaktır takıma.

Son olarak da şu kavga ayırma meraklılarına değinip keseceğim. Zaten yeteri kadar kopuk ve zaman zaman maçtan uzaklaşan bir yazı oldu. Neeskens'in tepkisine verilen tepki. Neeskens çok çok çok haklı olarak böyle bir tepki verdi. Çünkü orta Sabri zıplamasa Liege Kasabı'nın Bursa şubesine şahit olabilirdik. Kaldı ki zaten tehlikeli sayılabilecek bir şekilde baldırına, arka adalesine darbeyi yiyor Sabri. Neeskens de hem skorun ağırlığı hem de Sabri gibi şuan ki kadroda sadece Uğur'la kapatabileceğiniz bir eksiği istemiyor oluşu ona bu tepkiyi verdiriyor. Yaptığı tek şey de Ozan'ı omuzlarından tutup "Olm n'abıyon biçeceksin herifi" demek. Ama bizim kulübedekiler aman aman bir koşuyorlar ki sanki Neeskens orda Ozan'ı kündeye getirecek, yumruğu indirecek suratına.

Uyanın artık uyanın!! Bu insanlar size fazla arkadaş!! Onlara verdiğiniz tepkilerle hala daha onları nasıl kendinizle bir tuttuğunuzu gösteriyor!! Eğer zerre kadar bu insanların zihniyetini anlayabilmiş olsaydık orda Neeskens'i ayırmaya sanki Ozan'a tekme tokat girecekmiş de hemen ayırmalıymışız gibi gidilmezdi. Neeskens'in anlayışında yok çünkü bu. Bir topçuya el kaldırmak, ne sebepten olursa olsun şiddete yönelik harekette bulunmak adamın anlayışında yok!!

Biraz büyümeliyiz ki elimizdeki değeri anlayalım. Skibbe'nin yapmaya çalıştığı da çok farklı değildi, ama adama korkar diyip durdular. Rijkaard'la Neeskens'i harcamamak dileğiyle...

Mundo Deportivo: "Ganara El Barça"

Deportivo Mundo'nun bugünkü manşeti ve bu manşetin kahramanları. Gerçekten çok güzel hazırlanmış, oldukça duygusal ve manidar. Barcelona'nın yedi kuşağı, El Clasico'da yer almış yedi kuşak. 50'li yıllardan, El Clasico'nun doğduğu yıllardan ve o zamanın topuyla beraber Ramallets. 60'ların Barça'sından Olivella, Cruyff'un döneminden Carles Rexach, 80ler'in altyapıdan gelen wunderkidlerinden Francisco José Carrosco, Pep'in takım arkadaşı Barça'nın Bülent Korkmaz büyük kaptan Carles Puyol ve son jenerasyondan Muniesa.

Muniesa hariç herkes bu maçın ne denli büyük bir mücadele olduğunun, El Clasico'da sahada olmanın nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyor. Muniesa ise sadece işin büyüklüğünden haberdar, o da sahada bulunmanın coşkunluğunu tadacaktır. Tam 110 yıllık bir Barça tarihi bir aradaydı, 50ler'den 2010'a.

O gün orda bu çekime katılan herkes Barça'ya gönülden bağlı ve maçın Barcelona'ya gitmesini istiyorlar ama hepsi de biliyor ki 90dk'nın sonunda her sonuç çıkabilir. Ama Carrasco'dan çok içten bir açıklama gelmiş "Benim zamanımda El Clasico'yu almıştık ama sezon sonunda şampiyon onlardı. Clasico'ya kazanmaktansa sezon sonunda şampiyonluğu almayı tercih ederim"

Ben de bundan yanayım, eğer sezonun sonunda şampiyonluk varsa El Clasico kusur kalsın ama ne de güzel olur geçen seneyi tekrarlasak, Juventus da Galatasaray da berbat hallerdeyken biraz Arsenal mutlu ederken bari İspanya'dan alayım büyük mutluluğu.

Buyrun bu da çekimlerin videosu;

Uyku Vakti (..başa vurunca)

Bayram cart curt derken sabah gene uyandırıldım. Şimdi de kahveyle ayaktaydım ama artık kitaba teslim etmeliyim kendimi. Mümkünse sabah uyanmamacasına uyuyacağım. Hatta El Clasico'ya kadar bile uyuyabilirim ama bu haftasonu biraz bloga yoğunlaşmak istiyorum. Power Rankings değerlendirmelerini tamamlayıp Galatasaray maçını yazarım, anca geçer sinirim zaten. Rüyama da girer bir güzel, oh aman sabahlar olmasın sonra. Oha saat dört oldu zaten, daha ne kadar sabah olmasın.

Bu aralar böyle çok bi' saçmalayasım geliyor da tutuyorum kendimi. Ama şimdi uyku vurdu ya, tutamadım yazdım. Tamam, neyse.

.....

Zzz..

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails