Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20101004

Special Monday Morning Tape #1

A Side
1. Pink Floyd - Pings On The Wing
2. Pink Floyd - One Of My Turns
3. AC/DC - Rock & Roll Ain't Noise Poll
4. Boston - Smokin'

B Side
1. Eric Clapton - Pretending
2. Deep Purple - Lady Double Dealer
3.Traffic - Utterly Simple
4. Yann Tiersen - Les Jours Heureux
5. Adagio - Malmsteen

20100614

Boğaz'da Bir Rüya || Clapton&Winwood

Neden yazmaya kalkışıyorum, bilmiyorum. Tarif edilmesi hakikaten çok zor. Şu genç yaşıma rağmen Kuruçeşme'de kimleri izledim de bir Roger Waters bir de Eric Clapton&Steve Winwood'tur. Deep Purple geldi, Judas Priest geldi, Satriani geldi.

Sahne önüne epey uzaktım, o yüzden sahne önündeki seyircinin durumunu bilemiyorum ama arka taraflardaki birkaç yaşını başını almış belki de yıllardır Clapton'ı bekleyen ton ton abilerin sevinç ve bira dolu naraları haricinde arka taraf bir hayli kötüydü. İki üç tane de küçük yabancı ton ton abi grubu vardı ki onlarla konser sırasında yapılan şuursuz bağırışmalar çok keyifliydi.

Şimdi bir de şu var, normalde Winwood ve Clapton beraber çıktıkları konserlerde Türkiye'de "Clapton dinliyorum ben Layla şarkısı çok güzel" tayfasının kolay kolay bilmeyeceği, daha çok yeniden düzenleme tadında parçaları seçerler. JJ Cale ve Hendrix çalarlar, Ray Charles çalarlar (Georgia On My Mind, her ne kadar 1900'lerin başında yazılmış olsa da artık neredeyse Ray'e mahsus bir parça haline gelmiştir).

Ama dün belli ki seyirciye özel bir sürpriz vardı; akustik Layla. Ama o an ve hala daha yukarıda yazdıklarımı umursamıyorum. Çünkü her konserde bizim seyircimiz bunu yapıyor, akapella Soldier Of Fortune'a eşlik etmiyorlar, Ain't No Love'ı yanlış söylüyorlar vs vs.

O akustik anlar..

Bir an Boğaz'a doğru yükseleceğimi falan düşünmeye başlamıştım.

Şöyle boktan bir şey daha oldu. Seyircinin zaten dağılmaya hazır ve de nazır hali, bir anda başlayan havai fişek gösterisiyle bir kez daha dağıldı. Tüm kafalar o tarafa döndü. Ve Michelle'le Sharon (back vokaller) alkışlarla seyirciyi tekrar konserin içine çekebilmeye uğraştı.

Had To Cry Today'le başladı, muhteşem bir klavye solosuyla Low Down'a geçtiler. Aklımda kaldığınca setlist'i yazmaya çalışıyorum, konsere gidenler varsa ve okurlarsa bunu, eksiği gediği söylerlerse sevinirim. Ben daha Had To Cry Today'le zirveye çıkmıştım ama erkenden gelen After Midnight, iyice uçurdu. Daha sonra Paul'ün inanılmaz piyanosuyla Glad geldi, Eric'in sololarından zaten bahsetmiyorum.

Glad'in hemen ardından Well Allright geldi. İnanılmazdı. Tek kelimeyle inanılmaz. Ardından sanırım Tuff Luck Blues'un solosuna girdi Eric. Sonra biraz tempo kestik, Steve'in akıl almaz sesinden While You See A Chance dinledik. Sonrasında ise BB King'i aradı gözlerim; Key To The Highway geldi. Crossroads geldi ardından.

Sıra akustiğe ve belki de en özel anlara geldi.. Georgia vardı sırada.. O notaların Clapton'dan çıkıp Kuruçeşme'de süzülmesi.. Çok acayipti ya.. Çok.. Driftin'le devam ettik, sonra da sıra Boğaz'ı coşturmaya gelmişti; Layla. Can't Find My Way Home'la ikili bir akustik şov izledik.

Ve konserin Layla'yla birlikte belki de en çok seyirciyle birlikte yaşandığı anı geldi; Gimme Some Lovin' ! .. Voodoo Chile'la tam artık bu son nokta olsa gerek diyordum ki.. Cocaine geldi.. Seyircinin zirvede olduğu andı..

Vee.. Her konserin vazgeçilmezi oldu; pek sevgili yurdum insanı Cocaine'den sonra alanı terk etmek için hareketlenmeye başladı! Ulan en nazlı herif, Axl Rose bile BIS'e geliyor üstelik konseri 1.5 saat geç başlattıktan sonra; koskoca Clapton, koskoca Steve mi gelmicek!?

Geldiler :)

Dear Mr. Fantasy'yle noktaladılar. Nasıl anlattım, ne kadar anlatabildim.. Hiç bi fikrim yok..

Şu 19 yıllık hayatımın sanırım en özel bir iki anından biriydi..

Şimdi müsaadenizle, 14.00'e kadar ağrıyan sırtımı ve travestiye dönen sesimi biraz rahatlatmaya çalışacağım, ondan sonra da Dünya Kupası için bir şeyler düşünürüz :) Birazdan da konserden birkaç fotoğraf koymayı düşünüyorum.

20100613

Eric Clapton & Steve Winwood

Dünya Kupası başladı ama daha blog'ta bir icraat yok diyebilirsiniz, ben de tam buna açıklama getirecektim. Malumunuz yaz sezonu açıldı; bu da, Kuruçeşme Arena günleri de başladı demek oluyor. Her ne kadar Mayıs sonundaki Bob Dylan konserini kaçırmış olsam da Clapton&Winwood ikilisini kaçırmak söz konusu bile olamazdı.

Her ne kadar heyecanımı kendime saklasam da hemen hemen bir haftadır yaklaşan tarih sebebiyle iyiden iyiye duramaz olmuştum. Bu akşam 21.00-21.30 arası, tecrübelerime dayanarak :P, havanın kararmasına 10dk falan kala bu ikili sahnede olacak.

Yarın şöyle güzel güzel konseri anlatır, sonra da Dünya Kupası'nın ilk üç gününü blog'a yetiştiririm. Zaten 5 maç yapıldı sadece bir tane galibiyet var :)

Şimdi müsaadenizle, 21.00'e kadar stand-by moduna sokmam lazım kendimi, lakin başka türlü geçmiyor zaman konser günleri. Hadi kalın sağlıcakla.

20100517

Ronnie James Dio .. 1942 - 2010

Bikaç ay önce mide kanserine yakalandığını söylemiş ve üzerine hayli uzun bir biyografisini yayınlamıştım.

Yazın Heaven&Hell'le Sonisphere'e gelicekti. Mayo Clinic'te tedavi görüyordu ve sadece 1 ay önce tedavilerinin arası 1 haftadan 3 hafta çıkmıştı; kemoterapisi azalmıştı. Düzeldiği, kanseri yendiği söyleniyordu.

Sonra Sonisphere iptal oldu, tüm Avrupa turnesiyle beraber. Dio yaza kadar sahne performansına çıkamaz diye. Bu çok şaşılacak birşey değildi, ne de olsa 67 yaştan bahsediyoruz. Dedik Sonisphere'e gelemiyorlar, belki Ozzy'den sonra tek başlarına bir konsere gelirler sonbahar zamanı.

Dün gece.. Tam Bursa'nın şampiyonluğuna sevinirken bir haber aldım ve nutkum tutuldu. Boğazımda bişey düğümlenip kaldı bile diyebilirim. Hep düşünürdüm, çocukluğumdan beri beraber büyüdüğüm benim için efsane olan bu insanlar artık 60'larını geçtiler nasıl olacak diye.

Ama hiç gerçek olacağını düşünmezdim pollyanna'cılığım yüzünden..

Neyse...

Söylenebilecek çok fazla birşey yok.. Huzur içinde yat Dio..

You rocked away..

20100207

15 De Geliyor

Sanırım Haldun Üstünel'in ara transfer de bozmuş olsa da genelde ser verip sır vermeden gerçekleştirdiği transfer politikasına benzetecek olursak yanlış olmayacak. Zira Flight 666'dan beri sürekli bir "yeni albüm geliyor" haberi beklendi. Ancak ne resmî siteden ne de diğer haber sitelerinden müjde gelmedi.

Ama Shinkley, grubun menajeri, sonunda yazdı beklenen açıklamayı. Caveman's Diary adıyla tuttuğu site içi blog'ta şu cümlelere yer verdi;

The worst kept secret in the world.. Well, this 2010 album is all but finished, just a few finishing touches back in my studio, and it's all over! For all you metalheads, all will be revealed soon, and there's a diary to prove it.

Tabii ki kendisi Journey, Led Zeppelin, Joe Bonamassa gibi pek çok harika isimle çalışıyor olsa da bu cümlelerin Iron Maiden hakkında olmadığını anlamak için sanırım birazcık gerizekalı olmak gerekiyor. Zira, Caveman böyle bir açıklama yapıyorsa bir bildiği vardır.
Sanırım yeniden gelin güvey olmaya başlamak lazım ufaktan. Eric Clapton ve henüz resmîleşmemiş de olsa kuvvetle muhtemel bir Bob Dylan konseriyle açılacak olan yaz döneminde, belki bu sene duyarız "Scream for me Istanbul" diye.
Olmaz mı?

20100201

Judas Priest ve AC/DC Grammy Aldı

Judas Priest Dissident Aggressor'la En İyi Metal Performansı Ödülü'nü AC/DC de War Machine ile En İyi Hard Rock Performansı Ödülü'nü aldı.

Bu arada ekleyelim; War Machine Iron Man 2'nin soundtrack'i olacak. Zaten şarkı son albümleri olan Black Ice'ta yer alıyor.
Akşama daha detaylı şeyler ekleriz; diğer adaylar ve aday oldukları parçalar vs. Belki bulursam ödül töreninden resimlerde buralarda olur. Bu aralar boşladık blog'u ama neyse, toparlarız bir ara.

20100121

Ve ' Big Four ' Türkiye'de

Sonisphere 2010 festivali kapsamında efsaneleşmiş turne 'Big Four' , yani, Metallica, Megadeth, Anthrax ve Slayer konseri Slayer' ın offical web sitesinde açıklandı. 27 Haziran' da İnönü Stadyumunda olacak. Sanırım kültür başkenti muhabbeti en çok biz metal severlere yaradı. Faniler olarak o günü sabırsızlıkla bekliyoruz.

Ayrıca alt gruplar olarak Rammstein ve Mastodon'un da kesinleştiği yönünde haberler var.

Kaynak

20100113

Charles Aznavour - La Bohème

Size 20'li yaşlardan, küçüklerin bilmediği
bir zamanlardan bahsedeceğim.
Montmarte o zaman
pencerelerimizin altına kadar leylaklarını
asardı.
Ve öylesine mütevazı döşenmiş odalar
eğer ev sahibi tanıdığımız biriyse
metelik ödemeden
bize yuva hizmeti görürdü.
Ben açlıktan ağlardım
ve sen çıplak poz verirdin

Derbederlik, derbederlik
Mutluyuz demekti
Derbederlik, derbederlik
İki günde bir yemek yerdik

Komşu kafelerde
şöhret bekleyenlerdendik
ve evet ne kadar sefil
aç karnımızla
buna inanmayı bırakmazdık.
Ve bazan bazı restoranlar
bir tabak sıcak yemek karşılığı
bizden bir tuval alırdı.
Kışı unutarak
sobanın çevresinde gruplar
ezbere mısralar okurduk

Derbederlik, derbederlik
Sen güzelsin demekti
Derbederlik, derbederlik
Ve biz hepimiz yetenekliydik

Sık sık bana olurdu
Resim sehpasının önünde uykusuz geceler geçirirdim
Tekrar bir memenin çizgisinin bir kalçanın kıvrımının
desenine dokunurken
ve çoktan sabah olmuştu
Sonunda bir kremalı kahve ile otururdun
Bitkin ama mutluydun
Birbirimizi ve hayatı seviyor olmalıydık

Derbederlik, derbederlik
20 yaşında olduğumuz günler demekti
Derbederlik, derbederlik
Ve zamanı yaşıyoruz demekti

Tesadüfen bazı günler
bir geziye çıkıyorum
Eski adresime.
Tanıyamıyorum.
Ne duvarlar, ne sokaklar
gençliğimde gördüğüm gibi
Bir merdivenin yukarısında
atölyeyi aradım
Geriye bir şey kalmamış
Yeni dekoru içinde montmarte üzgün görünüyor
Ve leylaklar ölmüş

Derbederlik, derbederlik
Gençtik, deliydik
Derbederlik, derbederlik
Hiçbir anlama gelmiyor artık

20100112

Bob Marley Fender Amp

Bu bebeği eBay'de gezinip egomu kabartırken keşfettim. Bir Fender Tweed Twin-Amp. 100wattlık bir amfi bu ve gücünü 12''lik 50watt gücünde iki speaker'a iletiyor. Bu serideki (Fender Pro Tube Series) tüm amfilerde olduğu gibi bu güzellikte de lamba var. Yani "valve" yada "tube" denilen cinsten.

Ancak arkasından anladığım kadarıyla PreAmp de mevcut; yani ilk lambalı amfilerde ses alabilmek için lambaların belli bir sıcaklığa ulaşması gerekiyorken (ki bu yüzden amfiyi ilk açtığınızda ses alamazsınız) bu PreAmp'lerle transistör görevi gerçekleştirilir ve açtığınız anda kullanıma hazırdır.

Aslında tüplü (lambalı) olması bile ne kadar harika olduğunu açıklamaya yeter de artar bile ama özellikleri bununla da sınırlı değil. Her bir tüpte tremolo ile reverb efekti mevcut. Yetmezmiş gibi bir de efekt tüpleri mevcut. Drive da dahil. Yani iki kanal var; Clean & Drive. Önceki örneklerine göre bu takviye tüpler sayesinde çok daha rahat geçişler sağlayabiliyorsunuz distortion ve clean kanalları arasında. Ayrıca distortion'da sağlanan "gain" de maksimum verimlilikte oluyor.

Ayrıca bu amfilerle birlikte dört çıkışlı pedal da veriliyor. Reverb/Loop/Channel şeklinde. Ancak salaklık ettim ve satıcının linkini kaydetmedim. O yüzden bu yazıyı okuyup da almak isteyecek olanlardan şimdiden özür dilerim :) Buy Now seçeneği $3000'dı. Açılış fiyatını $1500 civarındaydı.

Tüplü olması zaten başlı başına bir mükemmellik. Fender oluşu zaten apayrı. Bir de üstünde Twin olunca tadından yenmez bu meret resmen. Reggea'den Blues'a, ordan biraz Joe Pass kıvamı Jazz'a.. Belki azıcık Fusion, derken biraz Funky.. Ucundan da Rock'n'Roll.. Oof of.. Allah sahibine bağışlasın bu güzelliği.. Anam anam anam..

Bu arada Fender'in kendine ait custom'ı değil anladığım kadarıyla, sahibinin kendi mucizesi, kendi sanatı. Ama yaptığı açıklamaya göre artık bu bebeği ordan oraya taşıyamayacak kadar tembel ve yaşlıymış. Bodrumunda yatıyormuş inip çalmadığı sürece (basement dedikleri yerden ite).

O yüzden ilgilenenlere duyurulur; bu karda kışta, aç ve açıkta bırakmayınız bu güzelliği :)

20091210

Sonisphere Festival 2010 Turkey / Istanbul


Sonisphere 2010 Festival will be held in Istanbul Turkey between July 25-27

Possible Bands will include:

Iron Maiden, Metallica, Slayer, Rammstein, Motley Crue, Alica Cooper, Anthrax, The Cult, Mastodon, Behemoth, Iggy & the Stooges

Sonisphere Festival 2010

UK Lineup: Iron Maiden, Slayer, Rammstein, Motley Crue, Alica Cooper, Anthrax, The Cult, Iggy & the Stooges

Poland Lineup: Metallica, Slayer, Anthrax, Mastodon, Behemoth

Turkey Lineup will be formed from the bands showing up in UK and Poland

Festivalin Türkiye ayağında çıkacak gruplar gelecek hafta (13-17 Aralık 2009) açıklanacak. Heyecan dorukta !!!

Ronnie James Dio

Ufak tefek, saçları dökülmeye başlamış biri düşünün. Bu adam 65 yaşında olsun.. Şimdi bir de kocaman bir sahne, konser alanı ve çıldırmış bir kalabalık hayal edin ve bu yaşlı adamı o kalabalığın karşısına, sahnenin ortalık yerine koyun. Sahnenin ona büyük kaçacağını, orada kaybolacağını mı düşünürsünüz? Eğer bu kişi Dio ise hayır! Aksine sahne bir anda onun büyüklüğü karşısında küçülür, kendisi devleşir. Ejderhaların, kılıçların dünyasına gidip tozu dumana katar. 65 yaş mı? 40 yıllık bir metal devi için 65 sene vız gelir tırıs geçer; Ronnie James Dio!

Dio, Ronald James Padovano olarak 10 Temmuz 1941 yılında Portsmouth / New Hampshire’da doğdu. Büyükannesinin nazar değmesin diye yaptığı hareketi mükemmelleştirip bizlere Horned Hand olarak öğreten Dio 70’lere yaklaşan yaşına rağmen sesi ve duruşuyla hala dimdik ve bizlerle.

1941 doğumlu olduğu söylense de kesinliği bilinmiyor. Ronnie’nin de dediği gibi “yaş önemli değil; önemli olan müzik!” Portsmouth’ta doğmasına rağmen Cortland’da büyüyen Ronnie’nin adına bir de sokak var burada. Central Avenue ve East Court Street arasında bir yerlerde; hani bir gün yolunuz düşerse diye :)

Gençliğinde ilgi alanları müzik ve romantik//fantastic edebiyattı. Sir Walter Scott and the Arthurian Legend gibi kitaplar Dio’nun ilgisini çekiyordu. Tüm bu fantastic kitaplar ve bu tür edebi eserlere olan ilgisi onu iyi bir söz yazarı yapan en büyük faktörlerden kuşkusuz. Zaten birçok parçası fantastic konuları ele alıyor. Özellikle “Rainbow” kelimesini, “Gökkuşağı”nı parçalarında çok kullanıyor. Hatta Rainbow In The Dark ile de adını veriyor parçaya.

Ronnie 5 yaşındayken babası ona bir enstrüman çalmasını söyledi. Ronnie’nin hangi enstrümanı çalması gerektiğine dair en ufak bir fikri yoktu; radyoda trompeti duyana kadar.. Babasına trompet çalmak istediğini söyledi.

Yaşı biraz büyüdükten sonra trompetin bir hata olduğunu düşünmeye başladı ama trompetine biraz daha şans verdi. Bu çok önemli birşeydi; daha o zamandan gerekli “iş” disiplinini oturtmaya başlamış, kariyerindeki büyük başarıların en önemli faktörü discipline o zamanlardan sokmuştu kendini. Neredeyse bir “trumpetplayer” olmak üzereydi; Julliard School of Music’ten burs kazanmıştı ama bunu geri çevirdi. Giderek artan Rock ilgisine yoğunlaşmaya ve bu konuda kendini geliştirmeye karar verdi.

Trompet Dio’nun ciddi anlamda ilgilendiği tek enstrüman oldu. Hatta babası da ona yardımcı oldu. Ama tanrı vergisi müzik yeteneği sağolsun diğer 5 enstrümanda da kendini geliştirdi; bass, gitar, klavye ve saksofon! Evet saksofon; çok etkileyici bir durum. Şimdi diyeceksiniz ki hani trompet dışında beş enstrümandı? Doğru sadece 4 etti saydıklarım. Ama sonuncusu, 5. enstrümanını tahmin etmek güç olmasa gerek; nefesli çalgılara olan ilgisi sayesinde nefesini çok mükemmel kontrol ediyordu ve çalışmayı ihmal etmiyordu. Bu ona müzikal anlamda 5. enstrümanı kazandırdı; SESİ

Gençken trompet ana enstrümanıydı ama grubu Ronnie and the Red Caps’i kurmadan önce bass çalmayı da kavramıştı. Ilk single’ında aslında trompet çalıyordu ve parça enstrümentaldi; 1957 tarihli “Conquest” Ronnie 1957-58’de tüm işlerine Rock müzik için son verdi ve bu yolda ilerlemeye başladı.
Ronnie’in Rock 'n' Roll ile Tanışması

1961’in başlarında grup adını Ronnie Dio & the Prophets olarak değiştirdi ve Dio trompeti bırakıp bass’ı aldı. Grup aslında gerçek anlamda kendi bestesini yapamadı; daha çok R&B coverları yaptılar ve zaten de bir iki yıl sonra tarz değişikliğine gidip R&B’den ziyade pop ve ballad coverları yapmaya başladılar. Ronnie o zamanlar Beatles hayranıydı ve kendi bestelerini yapıp kendi öz müziğini icra etmek istiyordu. Böylece 1967 yılında Ronnie Dio & the Prophets’taki guitarist ile yeni bir grup kurdular; The Electric Elves. Daha sonraları kısaca The Elves dediler. Şimdi Roonie grubun lead vokaliydi.

The Elves rock ‘n’ roll yapıyordu ve Ronnie de kendi parçalarını yazıyordu.
1969 grup çok feci bir trafik kazası geçirdi ve bir grup üyesi hayatını kaybetti. Olaylar durulduktan ve ortalık biraz sakinleştikten sonra Ronnie ve The Elves’ten iki eleman ELF’i kurdular. 1970ler’in sonlarına doğru resmi olarak kurulan grup iki yıl aradan sonra ilk albümleri “ELF”i yayınladı. Takip eden iki albümde; “Carolina County Ball” ve “Trying To Burn the Sun”’da Roger Glover grubun prodüktörlüğünü yaptı. Bildiğiniz üzere Roger Glover Deep Purple’ın bassçısı ve de prodüktörüydü aynı zamanda. Glover ile Ronnie’nin tanışmış olması ne büyük şans; bu tanışıklık Ronnie’yi Deep Purple’ın gitaristi ve sonraki grup arkadaşı Ritchie Blackmore’a kadar götürdü.

Ronnie & Rainbow

Ritchie Blackmore, yada diğer adıyla “The Man in Black” ve Deep Purple’ın diğer elemanları güllük gülistanlık içinde olamadı. Ritchie, DP’den ayrılıp yeni bir grup kurmaya karar verdi. Ronnie hakkında çok güzel şeyler duymuştu ve onu az çok tanıyordu. K
uracağı gruba katılmasını önerdi. Ronnie de bunu kabul etti. Grubun adına “Rainbow” koydu Ritchie. Ilk albüm “Ritchie Blackmore’s Rainbow” idi ve ilk şarkı da “Man On The Silver Mountain”. Parça gerçekten bir klasik oldu. Albüm 1975’te yayınlandı. Ikinci albümden hemen önce Ritchie davulcusunu kovdu ve yerine Cozy Powell geldi. Ritchie bunu yaptı çünkü grubun “kendi” grubu olmasını istiyordu, kendisinin ELF’in içinde olmasını değil.

İkinci albüm için daha çok fantastik konulu sözler yazıldı ve Ronnie’
nin hayalgücüyle her şarkı birer kısa hikayeye dönüştü. Ve bu albüm tam anlamıyla bir başarı getirdi! Sözler harika, Ronnie zaten harikaydı. Ve tabi Ritchie’nin mükemmel riff ve sololarını, Cozy’nin inanılmaz yeteneğini de unutmamak lazım. Beraber belki de hard rock//heavy metal tarihinin en iyi albümlerinden birini yaptılar. Stargazer, Ronnie’nin uzun zamandır planladığı bir parçaydı. Bu planından Ritchie’ye de bahsetti ve beraber en mükemmel parçalardan birine hayat verdiler.

Rising-tour’un hemen ardında Rainbow bir live albüm yayınladı; “On Stage”. Şimdi sıra yeni albüm çalışmalarına gelmişti. Albüm 1978’de bitti ve aynı yıl yayınlandı. Albümün adı “Long Live Rock N’ Roll” idi. Hali hazırda 2 stüdyo albümü yayınlamış olmalarına rağmen hiç single çıkarmamışlardı. Ama üçüncü albümle birlikte ilk single’larını d
a yayınladılar; Kill The King.

Sabbath Yılları

Ronnie ve Ritchie birlikte çok mükemmel işler çıkarıyordu ama zamanla Ritchie asıl “amaç”tan uzaklaşmaya, daha ticari kaygıları olan bir tarza kaymaya başladı. Buna karşı olan Ronnie, gruptan ayrıldı. Ama Ritchie’ye her zaman, o yada bu şekilde, bir teşekkür borçlu olduğunu düşünen Dio, ona kızmadı da kırılmadı da. “Onunla çalışmak her zaman çok güzeldir. Hiç zorluk çekmezsiniz, hemen aklınızdan geçen fikirleri anlayıp size, sizden daha iyi anlatır. Ritchie ve ben, müzikal anlamda, aynı yoldaydık. Iyi de anlaşıyorduk ama onun kendi düşüncelerine ve planlarına karışamazdım. Ayrıldığımız bir nokta oluşmaya başlamıştı ve bunu tam zamanında sezdim. Ona kızamanm ne de olsa profesyonel anlamda başarı basamaklarını tırmanmamı sağlayan en önemli kişilerden birisi kendisi. Böyle bir adam hakkında nasıl kötü düşünebilirim? Bana karşı hiç bir zaman *içlik yapmadı.” Diye anlatıyor Rainbow ve Ritchie’li dönemleri. Yıllar sonra bile aynı samimiyette.

Ronnie Rainbow’dan ayrıldıktan kendi grubunu kurma planları yaptı. Bir tesadüf eser Tony Iommi ile tanıştı; The Rainbow adlı bir barda ! [ tesadüfün iğne deliği ] Tony Iommi, Ozzy’den yorulmuştu. Son iki albümleri “Technical Ecstasy” ve “Never Say Die” iyi albümler değildi ve Ozzy kredisini giderek tüketiyordu. Tony, diğer Sabbath üyeleri ve Ronnie ile bir görüşme ayarladı. Ronnie ve diğer elemanları birbirinden etkilenmişti. Tabi bundan Ozzy’nin – henüz – haberi yoktu. Şartlar kesinleşti ve Ozzy, tabir-i caizse, şutlandı. Yerine ise çok önceden kararlaştırıldığı gibi Dio geldi.

Ronnie ile birlikte yazdıkları ilk parça “Children Of The Sea” idi ve Dio’lu ilk albüm olan efsanevi Heaven and Hell’de yer aldı. (1980) Heaven and Hell ile birlikte Ronnie, tekrar heavy metalin zirvesine oturdu! Rainbow Rising ile birlikte Heaven and Hell, Dio’nun en mükemmel çalışmalarından sadece iki tanesini teşkil ediyor.

Ilk single gerçekten bir klasik; Neon Knights

Ikinci single ise “Die Young” oldu. Roonie Heaven and Hell’I hayatının en unutulmaz başarılarından ve tecrübelerinden biri olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Giderek büyüyen ve hak ettiği yere oturan bir grubun parçası olmak gerçekten inanılmaz bir duyguydu benim için. Bunu hep beraber başardık; çünkü onlarda işler böyle yürüyordu. Hepsi gerçekten inanılmaz insanlar!” Heaven and Hell’den hemen sonra Sabbath ve Ronnie ikinci bir albüm yayınladılar; The Mob Rules. Albüm gayet iyiydi ama biraz da Heaven and Hell’in gölgesinde kal
dı. Tamam.. Aslına bakarsanız albüm gerçekten çok harikaydı ama hakettiği yere gelemedi.

Albümden sonra Sabbath bir dünya turnesi düzenledi. Bu turne kayda alındı ve “Live Evil” olarak yayınlandı. Bu albümün stüdyo işleri sırasında Ronnie ve Vinnie Appice Iommi ve Butler ile anlaşmazlığa düştü. Iommi, Roonie’nin grubu control etmeye başladığını düşünmeye başlamıştı ki Sabbath’ın kendi grubu olması gerektiğini düşünüyordu. Aynı zamanda taraflar (!) birbirini kendi enstrumanının sesini daha fazla açmakla suçluyordu.

Ronnie James Dio ve Kendi Grubu

Ronnie ve Vinnie, Sabbath’tan ayrıldıktan sonra beraberce DIO’yu kurdular. Grup Ronnie James Dio’nun solo çalışması değildi; sadece adı Dio idi ama neden ve nasılını bil
emiyorum. Gitarist Vivian Cambell ve bassçı Jimmy Bain de gruba dahil oldu ve ilk kadro oturdu. DIO’nun ilk albümü o inanılmaz albüm Holy Diver oldu. 1983’te çıkan albüm özellikle Amerika’da çok büyük bir başarı kazandı. Albüm, fanlar için adeta bir DIO İncili niteliğindeydi. Albüm klasikleşmiş parçalarla dolup taşıyor, bir tane bile çürük parça çıkmıyordu. Adını aldığı parça, Holy Diver, belki de Ronnie’nin bugüne kadar bestelediği en ünlü parça oldu. Stand up and Shout, Rainbow in the Dark, Straight Through the Heart albümden çıkan klasiklerin birkaçı sadece.

Bir sonraki albüm, Last In Line da en az Holy Diver kadar mükemmeldi ve We Rock, One Night in the City, The Last in Line, Egypt and "Evil Eyes gibi harika parçaları içeriyordu.

Üçüncü albüm, Sacred Heart, DIO’nun belki de en zayıf albümü oldu. Bu albümün yayınlanmasından kısa bir sure sonra Vivian Cambell gruptan ayrıldı. Yerine ise Craig Goldie geldi. Craig 4. albüm olan Dream Evil’da çaldı fakat albüm o kadar başarılı olamadı. Bu da muhtemelen Vivian’ın ayrılmış olmasından kaynaklanıyordu; fanlar onun
gitarına çok alışmıştı.

Dream Evil’ın ardında DIO, Look Up To The Wolves’u yeni bir guitarist eşliğinde yayınaldılar; Rowan Robertson. En inanılmaz nokta ise Robertson’ın, gruba girdiğinde sadece 18 yaşında olmasıydı !


Ronnie ve Black Sabbath Birleşiyor

Look Up To The Wolves’tan sonra Vinnie ve Roonie Sabbath’a, Iommi ve Butler’ın yanına geri döndü. Ronnie, DIO’yu beklemeye almıştı. Beraber 1992 tarihli Dehumanizer’ı kaydettiler. Albüm, Ronnie’nin en mükemmellerden biriydi. Gerçekten çok güçlü bir albümdü. Iommi ve Appice gerçekten harikaydı. Ve Ronnie de hiçbir “Rainbow” olmadan da harika işler yapabileceğini kanıtlamıştı :) Ama ne yazık ki bu reunion uzun süremedi; bir stüdyo albümü ve bir turne kadar ancak. Ozzy, Black Sabbath’a geri döndü ve Vinnie ile Ronnie de ayrılarak DIO’yu tekrar diriltmeye koyuldu.


DIO Geri Dönüyor

Vinnie ve Ronnie DIO’yu tekrar bir araya getirdi ve yeni gitaristleri Tracy G. oldu. Ve Dio, gerçeklik ve günümüz ile ilgilir şarkılar yazmaya başladı. Dehumanizer’daki gibi yada diğer albümlerdeki gibi fantastic konuları bir kenara bıraktı ve realist bir yol izledi. Yaptıkları albüm sadece iyi değildi; harikaydı. “Strange Highways”. Tracy G, Craig’den de değişikti ve çoğu fan bunu çok garip buldu ama albüm herşeye rağmen çok iyiydi. 1996’da DIO, yeni bir albümle; Angry Machines ile geri döndü. Bu Strange Highways’den de değişik bir albümdü ve fanlar arasında adı en az anılan DIO albümü ünvanını kazandı. Ama bana kalırsa bunun sebebini hala anlayabilmiş değilim; albüm de parçalar da gayet güçlüydü ve iyilerdi. Turnede kayıtlar da aldılar ve ilk “gerçek” anlamdaki live kayıtlarını gerçekleştirdiler. Daha önceden de bir live-lp yayınlamıştı DIO ama Ronnie bunu beğenmemiş ve adını Intermission koymuştu. Bu live albüm ise 1998’in başlarında yayınlandı. Adı: DIO’s Inferno – The Last In Live.

Hemen ardından yeni bir turne geldi 1998’de ve “The Hull and Back Tour 1998” olarak yayınlandı. DIO’nun fanları, Ronnie’nin Holy Diver’ın özüne dönemsini istemeye ve hatta Tracy’nin de gruptan çıkmasını istemeye başlamıştı. Istekleri gerçek oldu ve Tracy ayrıldı. Ritm guitarist olarak grupta kalması önerildi ama kabul etmedi.

Böylece Ronnie, Craig Coldy’yi gruba geri getirdi bir sonraki albüm için. Magica albümü 2000’de yayınlandı. Albüm konsept bir albümdü; Roonie’nin uzun zamandır yapmak istediği birşey. Ve albüm Holy Diver’ın ötesinde, kesinlikle inanılmaz bir albüm oldu! Tüm şarkılar baştan sona harikaydı.

Ronnie James Dio – Diğer Projeler

Kariyeri boyunca Dio, grup çalışmaları haricinde başka yan projeler yapma şansı da buldu.
Elf zamanında Roger Glover’ın bir projesinde “The Butterfly Ball” parçasını, birkaç tane çizgifilm için soundtrack seslendirdi ama bu çizgifilm projeleri hayata geçmedi, 1999’da “Love is All” diye çizgi-klibi seslendiren yine Dio idi.Butterfly Ball’u Deep Purple ile birlikte bir kez daha canlı olarak seslendirdi.

Ayrıca David Coverdale’in “Northwinds” albümünde konuk sanatçı olarak vokalleri paylaştı ve genç mültecilere destek ama “Children Of The Night” projesinde çalıştı. 1985 Roonie kendi projesine imza attı; “Hear N’ Aid”. Bir Heavy Metal yardım kampanyası. Birçok efsane isim bu kapsamda konser verdi ve burden gelen geliri Dio, Afrika’daki kıtlık ve yoksulluk için bağışladı.


Şimdi ise Mayo Clinic'te mide kanseri için tedavi görüyor. Bu arada yazının başından da anlayacağınız üzere eski bir yazı bu, Ronnie'nin 65 yaşında olduğu yıllardan. Şimdi ise 68 yaşında. Bilerek değiştirmek istemedim, yazarken nasıl hissettiysem öyle kalmasını istedim. Hatta "orjinali bozmayayı" dedim. İşte böyle. İyileş de dön be Dio.

20091209

Eric Clapton Geliyor!

Ulan dünya kendine geliyor galiba, rezalet haberler silsilesinin ardından güzel şeyler olmaya başladı nihayet! 2010 Haziran ayı. Roger Waters'ı da böyle bir akşamda duymuştum. Bu sefer son güne bırakmak yok, biletler çıkar çıkmaz Biletix'teyiz, sahnenin de önündeyiz.

20091126

Kill That Dragon, Dio!

Resmi sitesinden eşi ve menajeri tarafından yapılan açıklamaya göre Ronnie James Dio mide kanserine yakalanmış. Erken teşhis edildiği için ilerleme evresi şuan ilk safhalardaymış. Mayo Clinic'te tedavisine başlanmış.

Üç haftadır devam ediyor bu kötü haberler silsilesi. Wigan'la ilgili yazıda yorum kısmına bu haberin linkini bırakan Adsız'a teşekkür ederim. Beynimden vurulmuşa döndüm desem sanırım az bile kalır. Yoğun bir müzik dinleyicisi olarak ilk göz ağrılarımdandır Judas ve Maiden'la birlikte.

Bu ejderhayı da öldürürsün sen Dio.. Dönersin sahnelere.. 67 yaşa inat gene devleşirsin sahnede.. Acil.. Çok acil şifalar.. Daha Türkiye'de görmedik seni, bir an önce iyileş ve dön ait olduğun yere..

20091120

W.A.S.P. İstanbul: Kara Kanunsuz'un İkinci Seferi

2006 yılıydı, daha yaklaşık 15-16 yaşındaydım.. 2003'ten beri bekliyordum Kara Kanunsuz'u.. Ve 15 yaşındayken gerçekleşmişti rüya. Hellion, On Your Knees, Headless Children, LOVE Machine, I Wanna Be Somebody, Blind In Texas, Murders In the New Morgue, Chainsaw Charlie. Çok az kişi vardı, çok sinirlenmiştim. Gırtlağımı yırtarcasına bağırmıştım, Blackie de çok sinirlenmişti az kişiye.. Hatta Chainsaw Charlie'den önce sahne arkasına giderken gitarını atmıştı. Gergindi.

Animal (F*ck Like A Beast)'i o sene çal(a)mamaya başlamışlardı, Bulgaristan konserlerinde olaylar çıkmıştı, bir avuç seyirciydik "Fuck Like A Beast" diye bağıran. Kırmadı saolsun, Animal'ı çalmasa da bis'e geldi hiç değilse. Makyajını sildiği havlusunu fırlattı, yarı belimden VIP bölümüne sarkarak yakalamaya çalışmıştım ama kaptırmıştım.

Ayaklarım yerden kesik bir şekilde, kulağımda notalar ve ritmler eşliğinde, kımıldayamayan bir ense ve çıkmayan bir sesle evime dönmüştüm. En çok da, konserden sonra yattığınızda kulağınızda kalan o leziz çınlamayı severim. Çünkü aslında o çınlama konserin bir özeti tadındadır uyumadan evvel.

Hatta o sene Guns 'N Roses'la birer hafta araylaydı W.A.S.P konseri, Temmuz ayına ayarlanmıştı. Ama Blackie yürekleri ağza getirmiş ve kalbiyle ilgili bir problem yaşayıp anjiyo olmuştu, konser ertelenmişti. Ve aslında buydu beni W.A.S.P'a götüren. Yada GnR'ye. Ama bu erteleme o sene bana 4 konser sağlamıştı. Sinirli bir Blackie ve az bir seyirci topluluğunun ardından o küçük, henüz büyümeye çabalayan aklımda hüzün vardı; gelmezler bir daha diyordum.

Ama geldiler. Hem de sadece üç sene sonra. Nedendir bilinmez, belki Cohen gibi paradandır, belki de bir kez daha şans vermek istemiştir İstanbul seyircisine. Ama bunu tartışmak bana düşmez, tartışmam da. Tartışmadım da zaten. Çıktım evimden, Kadıköy'e gittim. Kaçan bir vapurun ardından motorla Karaköy, tramvayla Kabataş ardından da tabanvay yaptık. Küçük Çiftlik Park'a varınca acı bir gerçek fark ettik; Macro çok uzaktı. Ama üşenmedik, yılmadık gittik, geldik.

Sahne önü bileti alabildiğim yada Judas'ta olduğu gibi tek tip biletin olduğu konserlerde sanırım hiç en öndeki o güvenlik demirlerine dokunamadığım olmadı. Neyse ki bu sefer 2006'nın tersine sahne önüydüm.

Tarifi çok kolay olmayan bir konserdi. Sesimin ince tarafı yok, sanırım bir üç gün daha olmayacak. Boynumdaki flexor kaslar ciddi şekilde tutuk vaziyette, biri adımı çağırdığında bedenen dönmek zorunda kalıyorum ve bugün fizik vizem vardı. Hiçbir sonuç, konserden aldığım hazzı baltalayamazdı, baltalayamadı da.

Göbeklenmişti. Zaten uzun zamandır "zayıf" değildi ama sağlığı da sallantıdaydı. O yüzden üst seviye bir performans beklemiyordum ne yalan söyliyim. Ama taytından da vazgeçmemişti. O her zamanki iskeletli mikrofon ayaklığı bu sene de yoktu ama kollarında testere dişlileri vardı. Hala aynı azgınlıktaydı ve bu sene çok daha huzurluydu, rahat ve memnundu.

Blackie o kadar iyiydi ki.. Konserin sonlarına doğru terleyen ve artan vücut sıcaklığıyla havanın serinliği birleşti ve Kara Kanunsuz'un etrafında puslu bir huzme oluştu. O an'a tanıklık ettikten sonra yaşadığım duyguları ifade edecek bir tek kelime bile bulunmadığına ikna oldum. Bir çığlığı vardı ki, "53 yaş mı? Ben hala burdayım ve sesim hala yerinde" diyordu. Sahnede dört döndü. Çığlıklar, gaza getirmeler..

Mükemmeldi. Tek kelimeyle mükemmeldi. Evet, hayatımın en özel ve unutulmaz konseri Judas Priest'tir, ardından da Deep Purple'dır ama dün gecenin de aşağı kalır yanı yoktu.

Yaşattığın duygulara, döktürdüğün terlere, kitlediğin enselere ve kıstığın seslere.. Ardında bıraktığın her bir ağrıyan kas, moraran kemik ve çıkmayan ses.. Herşey için teşekkürler Blackie.. Yaşattığın tüm tarifsiz hisler teşekkürler Kara Kanunsuz.

[Elimde pek çok fotoğraf var ama şimdi ağrıyan vücudumu ve hala daha çınlayan kulaklarımı karanlığa terk edip biraz kafamdaki pikap'a izin vermeliyim. Sıkıştırılmamış, saf ses. Hala daha kafamda konser çınlarken, en güzeli itinayla sert bir zemine yatıp mümkün mertebe tüm ışıkları kapatmak olacaktır.]

Ha bide... Göbüşüne gurban Blackie :)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails