Jürgen Röber, Thomas Doll, Neeskens, Frank Rijkaard, Muhsin Ertuğral. Bu adamlar gerçekten çok fazla bu ülkeye. Rijkaard, Neeskens ve Doll kulüpleri sayesinde bu ülkenin futboluna katabilecekleri ne varsa başarabilecek konumdalar. Ama Röber ve Muhsin Ertuğral için pek de böyle değil. Ertuğral'ın şanssızlığı yükselişi sindirememiş bir taraftar kitlesine sahip olan kulüpte bulunması. Ve aslında yaptıkları açıklamalar yüzünden de kaybedebilecek isimler Doll ve Ertuğral. Çünkü doğruyu söylüyorlar, bekleneni değil, gördüklerini dile getiriyorlar.
Bu adamların her biri bir anlayışı yerleştirmek için burda, bir ekol sağlayabilmek için burda. Jürgen Röber ve Muhsin Ertuğral bu konuda oldukça şanssız olabilir ama Doll, Rijkaard ve Neeskens başarı şansı çok yüksek adamlar. Galatasaray da Gençlerbirliği de taraftarı, yönetimi ve oyuncularıyla beraber FUTBOL takımı, kulüp. Diğer pek çok kulüpte olduğu gibi teknik direktörden tek bir dizilişler mucizeler beklemeyen kulüpler. CM'de de FM'de de böyle değil midir zaten? Küçükken hep yapardım, hiçbir şeye de yaramazdı, büyüyünce öğrendim; Gol yiyip de geriye düşünce yada takım dramatik bir şekilde kötü gidince 4-4-2'den 3-5-2'ye dönerdim, hatta Manchester Utd'a bakıp maç arasında hemen onlar gibi dizerdim takımı. Eh, haliyle de sonuç değişmezdi.
Bu adamlar bunun farkında olan adamlar. Takımlara sezonluk başarılar hedefleyerek değil, uzun vadeli BAŞARILI KULÜP oluşturmak amacıyla gelen, bu kafadaki adamlar. Şuan Thomas Doll'ün Gençler'e oynattığı futbolu başka hangi Anadolu takımı başarbiliyor? Ha belki Kayserispor. Kafkas'ın hakkını yememek lazım bu konuda.
Peki Jürgen Röber? Galatasaray'a çektirdiklerini biliyoruz hepimiz ligin hemen başındaki maçta. Ha evet belki Hertha Berlin'le başına gelenden öteye geçemedi Galatasaray'a karşı ama o maçta Ankaraspor herkesin beğenisini, takdirini kazandı. Bu adamlar rakibi okuyan, oyunu süzen ve en önemlisi takımını öğrenmeye çalışan, oyuncularının bireysel yeteneklerinin farkında olan insanlar. Öğrenmeye çalışan diyorum çünkü bunun için en az yarım sezon lazım. Röber'in ise böyle bir şansı olmadı. Rijkaard ve Neeskens zaten ortada, total futbolla çıktılar yola, taviz de vermiyorlar. Basının dedikleri de umurlarında değil. Hatta öyle güzel bir şeye şahit oluyoruz ki, bu iki deha oyuncuları da basına karşı kayıtsız ve bu basın baskısı taşıyabilir hale getirme çabasında. Evet Fener maçından sonra büyük bir çöküş yaşandı ama Buca maçının hemen ardından yüzler gülmeye başladı. Çünkü bu insanlar biliyorlar ki, halinden memnun olduğun sürece, çıkıp oyununu oynadığın ve SPORCU olduğun sürece kimsenin ne dediği senin umrunda olmaz.
Bunu da zaten şuan Barcelona'da görüyoruz. Çok nadir, stresli yada kötü giden bir maç haricinde sahada birbirine bağaran bir Xavi yada Iniesta görebilir misiniz? Yada Henry'ye çığıran bir Messi? Ibrahimovic bile Süper Kupa maçından sonra Barcelonalı oldu. Çok eleştirmiştim, her topu kendi kullanmaya çalıştı, gereksiz itirazlarda bulundu diye çünkü o öyle bir yerden geldi, Mourinho'nun öğrencisiydi ve Inter'de işler öyle işliyordu. Her an makina düzeni yoktu Inter'de ve itiraz edecek gerginlikte oluyordunuz. Ama Barcelona öyle değil. Ve Ibrahimovic de bunu öğrendi, Guardiola takıma bunu öğretti, kazandırdı. Ama Guradiola o ülkeye fazla değil, en büyük ayrım notkası da bu. Guardiola belki de İspanyol ekolünün aradığı kişi, bu kadar yetenekler çıkarıp da bir şekilde Dünya Kupası'nda sonuca gidemeyen bir ülkenin çıkışı bir adam belki de Guardiola, yarattığı Barcelona ile.
Türkiye'de ise işler çok farklı. Taraftar sabırsız, yönetim daha sabırsız. İşte Doll'ün ve Rijkaard'ın şansı da burdan geliyor. Bir takım kuruyorlar, bir şablon hazırlıyorlar, oyuncuları bu yönde çalıştırıp bir sistem yaratıyorlar. Ve daimi bir sistemin sonucu da EKOL demektir. Alman Ekolü neden Alman Ekolüdür, neden Panzerdirler? Çünkü oyundan kopmazlar, üstün bir fizik güçleri, inanılmaz bir konsantrasyonları vardır. Belli bir sistemleri mevcuttur ve her oyuncu o sistem dahilinde nerde ne yapması gerektiğini bilir. İnanç tamdır, başarı esastır. Bundan vazgeçmezler, mücadele ederler. Sahaya dizilişleri yada oyun kurguları için bir şey demiyorum. Ama hangi teknik adam gelirse gelsin, artık bu anlayış bir ekol haline dönüştüğünden ne kadar farklı dizilişlerle sahaya çıkarlarsa çıksınlar oyuncuların anlayışı bellidir. Zaten getirilen teknik direktörler de bunu bilerek gelirler.
Bu örnekler çoğaltmak fazlasıyla mümkün. Arsenal'in alt yapıya verdiği önem ve Arsene Wenger'in rolü, Barcelona ve Guardiola mucizesi, Brezilya'nın saf yetenek gibi gözüken ama inanılmaz bir taktik ve teknik beceriyle bütünleşen komple oyunu vs. Bizim bu adamlara bu şansı vermemiz lazım. Onlara bu krediyi tanımamız lazım.
Muhsin Ertuğral'ın oyuncuları tanımasına müsaade edilmeli, takımın kimliğine en uygun sistemi oluşturması için zaman tanınmalı çünkü bu adam bu ülkeye FAZ-LA. Siz bu adama sabır göstermelisiniz, yapmaya çalıştığı şeyi anlamalı ve zaman tanımalısınız.
Ama yurdumda işler çoğu zaman böyle işlemez. Bu değişmediği sürece de yerimizde sayar dururuz. Ben bu adamlara güveniyorum. Taraftarlar da güvensin, yönetimler de güvensin. Çünkü bunlar doğru adamlar, olması gereken yerde ve olması gereken zamandalar. Her türlü imkan ve olanak tanınmalı, kredileri bol olmalıdır. Çünkü bu insanlar Türkiye'deki futbolu değiştirebilecek insanlardır.
Eskiden bunu Jupp Derwall hemen hemen yalnız başına başarmıştı. Mustafa Denizli'yi eğitmişti, sonra Kalli gelip devam ettirmiş vs idi. Ama şimdi devir değişti, tek bir kulüp ve tek bir adam tüm ülke futbolunu tepeden tırnağa değiştiremez. Ve şuan Türkiye'de bulunan bu isimler bunu başarmak için biçilmiş kaftan. Ne sadece Rijkaard tüm ülke futbolunu değiştirebilir ne de Doll. Ha kulüp bazında çok büyük işler yapılacaktır, kuşku yok. Ama biraz da ülke futbolunu düşünüyorsak, bu adamlara sahip çıkmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder