20100205

Vancouver 2010 || Buz Pateni

Artık 10 günden az bir süre kaldı Vancouver 2010 Kış Olimpiyatları'nın başlamasına. Uzun süredir ilgilenemediğim blog'u bir süreliğine tarihe emanet etmiştim :) Şimdi biraz biraz ısınmaya başlayalım Kış Olimpiyatlarına; ne de olsa çok uzun bir maraton olacak. Ve benim de şiddetle takip edeceğim pek çok branş mevcut. Bunlardan bahsedelim.

İlki 2010'un efsanevî geri dönüşlerinin başında yer alacak bir hikayeye sahne olacak çok yüksek ihtimalle; bunu Tallinn'deki Avrupa Şampiyonası'nda gördük. Evgeni Plushenko. 2006 yılında Torino Olimpiyatları'nda altın madalyayı aldıktan sonra Milano Havaalanı'na giderken ufak bir trafik kazası geçirmiş ve yürekleri ağza getirmişti. Neyse ki ufak birkaç yaralanmayla atlatmış devamında da emekliliğini açıklamıştı. Dizlerinden çok büyük bir sıkıntı yaşıyordu.

O kadar toe looplar, salchowlar, quadlar. Derman kalmaz o dizlerde; haklıydı belki de. Ama işte gün geldi, döndü. Sebebi de şuydu, kendisi bıraktığından beri tek erkeklerde Rus dominasyonu tamamiyle bitmişti. Rusya Ulusal Şampiyonası'ndan da çok ümit verici sonuçlar çıkmıyordu. Plushenko, artık dönmesi gerektiğini anlamıştı. Plushenko'nun ilk yıllarındaki o efsanevî çekişmeyi hatırlayalım; Alexei Yagudin.

Ama Plushenko'ya böyle bir rakip çıkmadı vatandaşlarından. O da, hem tekrar şampiyon olmak hem de bir şekilde ülke sporuna katkı sağlamak için döndü. Hem de öncekinden daha güçlü. Daha teknik. Daha iyi. Daha tutkulu. Belki biraz da gereken saygıyı göremediğini düşündü. Biraz haklı, biraz da hüsnü kuruntu.

Menajeri Zakarian'ın Aralık ayında birkaç açıklaması olmuştu. Ve bu açıklamalardan anladığım kadarıyla Plushenko, kimsenin yapamadığını yapmak için ve büyük ihtimalle önümüzdeki 40 yıl daha kimsenin yapamayacakları için geri geliyor; quad-quad ve triple-quad axel kombinasyonları üzerinde çalışıyor.

Aralık ayında antrenmanları sırasında dizi yine çok ciddi şekilde zorlanmıştı ama menajeri bir kırık yada operasyon gerektirecek ölçüde bir sakatlık olmadığını, biraz dinlenmeyle atlatacağını söylemişti ve Plushenko da birkaç günlüğüne çalışmalarına ara vermişti. Ama davulun sesi uzaktan geliyordu; Plushenko dönmüştü.

Hayal meyal hatırlıyorum 2002 Olimpiyatları'nı. Yagudin'in efsanevî kısa programını. Plushenko'nun çok kritik bir hatasından sonra ilk programı 4. tamamlamasını. Ama sonra telafi etmiş ve kusursuz bir serbest program sergilemişti; totalde ikinciliğe çıkmıştı. Ama Yagudin iki turda da hatasızdı ve 6'lık sistemde Olimpiyat tarihinin en yüksek toplam puanıyla altın madalyayı almıştı.

Zaten Mishin ilk zamanlarda bu iki efsaneyi aynı anda çalıştırıyordu; belliydi inanılmaz derbiler yaşanacağı. Yagudin koçunu değiştirdikten sonra da bu durum değişmedi. Yagudin bıraktıktan sonra benim hatırladığım sadece iki tane ikinciliği var. İkisi de 2004 yılı. Bir tanesi bu aralar So You Think You Can Dance'te de karşımıza çıkan Emmanuel Sandhu. Ama şampiyonayı hatırlayamıyorum. İkincisi ise daha dün gibi aklımda olan Brian Joubert düellosu. Joubert'in üzerinde bana nedense Londra Saati'ni hatırlatan altın rengi çarklar vardı. Siyahtı kıyafeti. Ve hakikaten kusursuza yakındı performansı.

Bu seneden sonrası, yani 2005, Plushenko için kabus gibiydi. Çok az şampiyonada görmüştüm ve şaşırmıştım. Açıp bakınca sakatlıklarla cebelleştiğini öğrenmiştim. Ama 2006'ya çok güçlü bir dönüş yaptı. Tallinn'deki performansına ise zaten diyecek laf yok; 2006'da altın madalyayı kazandığı puanın da üzerine çıktı Estonya'daki Avrupa Şampiyonası'nda. Plushenko'nun akıllardan asla çıkmayacak bir de şovu vardır; kaslı bir kostümle Sex Bomb eşliğinde yaptığı çılgın gösteri. Hatta 2001 yılıydı yamulmuyorsam; jürilerin üzerinden atlayarak seyircilerin arasına dalmıştı o haliyle.

Çok Plushenko konuştuk, azıcık da ISU'nun başına gelen o akıl almaz skandaldan bahsedip biraz da kadınlara değindikten sonra kapatalım post'u.

Sarah Hughes. 2002'nin şampiyonu; henüz 16-17 yaşındaydı. Ve belki de bu sporun kadınlardaki Isinbayeva'sı olan Irina Slutskaya'yı geride bırakmıştı. Aynı zamanda bu turnuva birazdan da değineceğim gibi 6'lık sistemin son kez kullanıldığı Kış Olimpiyatı oldu buz pateni için. O sene buz dansı tarihindeki benim için en güzel ikiliyi de podyumun bir numarasında görmüştük; Gwendal Peizerat ve Marin Annisina.

Biellmann dönüşünü kusursuz yapan ve bunu kendine göre de özgünleştirmiş biri Slutskaya. Double-Bielmann Spin hareketini literatüre sokan birisi. Ve bunu yaparken ayak değiştiriyor. 180 dereceye yakın bir şekilde ayağını kaldırabiliyordu; atletik özellikleri o dönemki rakipleri arasından çok kolayca sıyrılıyor ve onu bir numaraya taşıyordu. Ama çeşitli şanssızlıklar ve pek çok sürpriz yüzünden hiçbir zaman Olimpiyat altınına ulaşamamıştı. Ancak çok uzun yıllar özellikle Avrupa Şampiyonası'nı domine etmişti. İzlemesi hakikaten büyük bir keyifti Slutskaya'yı. Şimdi keşke yaşım biraz daha büyük olsaydı da sadece zıplayıp spin atan yada buzun üstünde adeta süzülen bir Slutskaya'dan çok daha fazlasını görebilseydim; algılayabilseydim.

Ayrıca Irina'nın Rusya'da spor tarihine geçen bir başarısı da var; Avrupa Şampiyonası'nı kazanan ilk kadın Rus patenci kendisi. Ancak yaşadığı sakatlıklardan sonra hakkında bırakacak söylentileri çıkıp kendisi yalanlasa da döndükten kısa bir süre sonra çocuk sahibi olunca bıraktı. Neden şampiyonlara gidiceğini, artık neredeyse tüm madalyalara sahip olduğunu söyledi ve "patenlerini astı."

Benim için bu iki isimdir, Plushenko ve Slutskaya, bu sporu bana sevdiren. Bir şekilde beni heyecanlandıran ve aylar sonrasına randevu verdiren. O yüzden, yerleri apayrıdır. Ve yine bu yüzden bu seneki Kış Olimpiyatları benim için çok önemlidir. Bu yüzden bu post'u bu iki isim üzerine yıktım.

Ama şimdi biraz da şu skandaldan ve puan sisteminde yapılan değişiklikten bahsedip kaçıyorum. Daha biathlon, kayakla atlama ve biraz da curling var sırada.

2002 Olimpiyatları. Çiftler. Rus dominasyonu Sovyetler'den bu yana devam ediyor. Kanada ise buna son vermek istiyor. Rus çiftten Berezhnaya ve Silkharulidze programlarında çok göze batmayan ancak teknik puanlandırma açısından hayatî olan bir double-axel hatası yapıyor. Kanadalılar ise spikerleri bağırışlar içinde bırakan harikulade bir performans sergiliyor. Spikerlerin pek çoğu altın madalyanın artık Kanada'da olduğunu ve Rus hegemonyasının sona ereceğini haykırıyorlar mikrofonlardan. Tüm salonda heyecan, alkış. Salé ve David Pelletier ikilisi de aynı şekilde heyecanlı.

6'lık sistemdeki puanlar açıklanmaya başlıyor. Teknik puanlarda Kanada'nın üstünlüğü ortada; pek 5.9'ları varken Rus ikilide 5.8 ve 5.7'ler hakim. Ancak sıra sunum puanlarına geldiğinde işler değişiyor. Ve puanlama sistemindeki sakatlıkta burda ortaya çıkıyor. Çünkü sunum puanlarının ağırlığı teknik puanlamanın üzerinde ve toplam dereceye daha çok etkisi var. Sonuçta Fransız jüri üyesi Le Gagne'ydi sanırım, yanlışım varsa düzeltin, tercihini Ruslar'dan yana kullanıyor. Ve Ruslar Kanada'nın o mükemmel performansına rağmen altın madalyaya ulaşıyor.

Sadece Salé ve Pelletier değil; spikerler de dahil olmak üzere bütün salonda bir hayalkırıklığı, bir protesto başladı. Islıklar, alkışlar ve bağırışmalar. Sonucu değiştirmedi. Altın madalya Ruslar'a gitmişti. Salé ve Pelletier gümüşle yetinecekti. Fakat bir sorun olduğu ortadaydı. 0.7 puanla teknik klasmanında Berezhnaya ve Silkharulidze'nin önünde yer alan Pelletier ve Salé, 0.3 puanla sunumda geri kalmışlardı. Bokluk da burada; sunumun ağırlıklandırılması farklı.

Dönemin ISU'nun Teknik Komitesi'nin başkanı olan bayan (adını hiçbir zaman bilmedim) çok acil bir şekilde Le Gagne'yi buluyor jürilerin kaldığı otelin lobisinde. Ve sert bir konuşma geçiyor aralarında. Bu arada şüphelerin Fransa'dan yana olmasının sebebi de Rus, Çinli, Japon, Leh ve Ukrayna'nın Ruslar'ı seçerken Japon, Amerikalı, Kanadalı ve Alman jürilerin Kanada'yı seçmiş olması. Fransa eksik değil mi? Bakınca en basiti coğrafî dağılım ve politik yakınlık bile tercihlerde bir abukluk olmadığını gösteriyor. Ancak Fransa. Le Gagne. Tercihi Rusya'dan yana oldu. Burdaki garipliği fark etmemek aptallıktır.

Nitekim fark edildi de. Teknik Komite başkanının sert konuşmasından sonra söylenene göre Le Gagne, Fransa Federasyon başkanı Didier Gailhaguet tarafından baskı görmüştü. Diğer performanslar ne olursa olsun Le Gagne'nin tercihi Rusya olacaktı. Bu itirafta bulundu. Ve ne gariptir ki demin bahsettiğim Gwendal Peizerat ve Annasina ikilisinin ertesi gün performansı vardı. Elbetteki akıllara şimdi sizin de aklınıza geldiği gibi karşılıklı çıkar ilişkisi geldi. Le Gagne'ye yapılan baskı, ertesi günkü buz dansında Rus cephesinin avantajını sağlamaya yönelikti ve tamamen danışıklı bir dövüştü.

Olaylar burada kalmadı tabii ki; iki jüri üyesi (tabii ki başta Le Gagne) ve Fransa Federasyon Başkan Gailhauget 3 yıllık bir hak mahrumiyetine çarptırıldı. Gerçi men ve hak mahrumiyeti farklı şeyler bildiğim kadarıyla ama neyse. Hangisi olduğunu bilmiyorum. Sonrasında da tamamen yeni bir puanlama sistemine geçildi. Doalyısıyla Yagudin'in rekoru, 6'lık sistemde bir numara olarak tarihe gömüldü.

Daha sonraları İtalya'da bir Rus mafya patronunun bu skandalla alakalı olarak tutuklandığı ancak sonrasında düşen suçlamaların ardından serbest bırakıldığını hatırlıyorum ama hafızam her zaman yaptığı gibi beni yanıltıyor da olabilir. Google Amca'ya sormak lazım ama şuan çok üşendim. Belki bir ara konu tekrar açılırsa ekleme yaparım buralara.

İşte böyle. Gördüğünüz üzere bu sporun da skandalları var. Ve bu sporda da derbiler var. Bu sporu da yönetenler, bu sporu da domine edenler var. Ve rekabet burada da üst düzey. Buz pateninin de Messi'si var Zidane'ı var Figo'su. Ve hatta Rinus Michel'i Arrigo Sacchi'si var. Ve yine bu sporda da medya canavarları var. Buz pateninde de efsaneler var ve üzücü hikayeler var.

Ama bu yetmiyor ülkeme tabii. Futboldan gayrı spor yoktur zihniyeti işlemiş beyinlere. Ve bu yüzdendir ki Bundesliga'yı tercih etti TRT. Üstelik kendi sporcumuz İpek'in de performans sergilediği program esnasında. Bremen - Münih maçına bağlandı geçen hafta. Üstelik buz pateni yayınını başka bir TRT'ye taşınacağına dair tek kelime etmeden.

Aynı TRT 100m koşusu sırasında Melis Mey'in altın madalya kazandıran atlayışını haber verme zahmetine bile katlanmadı; çünkü pistte daha reytinglisi vardı. Ve yine aynı TRT, hep maratonları kesti hep yürüyüş yarışlarını kesti.

Neden böyle bir son yaptım bilmiyorum ama sanırım Tanju'nun TRT'ye kustuğu nefrete yürekten katılıyor olmam da etken. Hadi bakalım TRT, devam yoluna.

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails