Evet.. küçük bir sinir anından sonra yazıya başlayabilirim. Zaten oldukça bölük pörçük olacak sanırım yazı. Neyse bakalım neler saçmalicam bu sefer.
Olursa bu kadar olur. Batıla hiç gelemem ama saate baktığımda 19:07’ydi. Tam sekiz dakika sonra da Baroni vs. Arda. Anladım o an zaten beraberliğin şükür çektireceğini. O kadar çok sinir var ki içimde hangi birini, hangi ülûpla anlatsam bilemiyorum.
Maç Öncesi
Arda Turan; Verdiği karşılıkla oynayamayacağını ayan beyan açıklamış oldu. Oynatılmayacağını, başına üşüşüleceğini. Resmen içlerindeki gerginlik yüzlerine yansıdı maç öncesi yaşananlardan sonra. Bir anda asıl stres meydana çıktı. Her ne kadar sakin gözüküp sallamıyormuşçasına tekrar sırıtan surat ifadesine bürünse de fitil bir kere ateşlenmişti ve Baroni Arda’ya oynatılmayacağının (iyi yada kötü yolla) sinyallerini vermişti.
Cristian Baroni; Daum artık ne talimat verdiyse (maç içine sonra değineceğim) bir anda kendi FB’li yapmak için ön hazırlıklara başladı. Biliyorsunuz takıma yeni katılan birinin derbide gol atması, onun için kulübü adına milli olmaktır. Ama bu durum Fenerbahçe – Galatasaray maçlarında bir adım daha öne gidiyor ve en çok vuran/sakatlayan da millileşebiliyor. Baroni de böyle bir ruh hali içindeydi. Daum’un yıldırma politikaları da ziyadesiyle başarılı olmuş (maç içindeki taktik başarısına da geleceğim)
Bilica; Ne kadar darbe o kadar Fenerli (aynı şey Galatasaray için de geçerli) anlayışıyla sol kolunun uzanabildiği her yana o hengâme içinde lap lap şamarı indiren bir Bilica gördük maç öncesinde. Ama adam bukalemun gibiydi. Geldi, vurdu, gitti. Bir de sanırım yanlış görmediysem Aydın’ın ayağını yerden kesen o itici gücü de Bilica verdi galiba. Bilica’da da bir yeniçerilik vardı, Daum talimatlandırmış olmalı.
Lugano ve Sabri; Kavgaların aranan isimleridir, genelde başroldedirler. Lugano göstere göstere dalsa da Sabri çoğu zaman ayırıyormuşçasına girişir. Ama ikisi de sakinleştirme yanlısıydı, bulaşmamaya çalıştılar. Hatta Lugano bir süre oldukça uzaktan seyretti. Bu iki isim beni biraz şaşırttılar sakin tutumlarıyla.
Volkan ve Servet; Evet biliyorum çok yakın arkadaşlar ama şu kavgaya ikisi de aktif olarak girseydi (Volkan hemen hemen hiç dahil olmamakla beraber Servet el kol yapmakla yetindi), sanırım ortalıkta ne Galatasaraylı kalırdı ne de Fenerli. Sonunda da baş başa kalır Lincoln-Carlos hesabı kol kola izlerlerdi. Neden bilmiyorum, bu da anlık sinirin geyiğe vurumu olarak çıktı klavyeden.
Maçın Bittiği Anlar
1- Maç öncesi kavga
2- Baros’un birinci dakikada çıkması
3- Atamadan ikinci golün yenmesi
4- Aydın’ın kaçırdığı pozisyon.
Maç İçi
Maç için konuşulabilecek tek taktik, Daum’un Rijkaard’ı kilitlemesi. Daha doğrusu, oyuncuları kilitlemesi. Emre Belözoğlu aslında o kadar iyi oynadı ki Gökhan Gönül’le beraber. Ordan Arda’yı çıkarmadılar. Sıkıştırdılar taç çizgisine. Baroni de ortaalanda Topuz’la birlikte Arda’nın Elano’ya açılan pas yolunu tıkadılar. E Carlos’la Vederson da Keita’yı taca bağlayıp da sağ kanadı Sabri’ye bırakınca kilitlendi oyun.
Colin Kazım. Maçın adamı aslında Colin Kazım’dı. Ne Fenerbahçe ne de Galatasaray. Kimse futbol oynamadı. Ama Fenerbahçe iyi kapandı, pas yollarını iyi tıkadı. Eh bir de Baros gidince Bilica’yı bir o yana bir bu yana koşturacak biri kalmayınca haliyle Fener savunmasındaki kademe hatası ihtimali minimuma indi. Baros’un Fener’e yapıp da golünü atacağını, Kazım gol atmadan ama atılmasına vesile olarak Galatasaray’a yaptı.
2002 Dünya Kupası’nda Brezilya’yla oynadığımız maçlardan birinde Rivaldo’nun peşine takılan dört tane Türk vardı sahada. Olmayan kademe anlayışı. Galatasaray’da da bu, bu maç hiç hiç hiç hiç yoktu. Ulan Sabri, niye adamı taç çizgisine kadar kovalıyosun, Carlos’u kovalıyosun ama yanında kademe boşaltmış oluyosun. Ya orda Vederson yada Kazım giriyor yada Gökhan Zan tandeme inicem diye kendi önünü açıp Alex’e çayır bayır bırakıyor. Ha bu da olmadı, Mustafa Sarp dolduruyor Zan’ın yanında Sabri’den açılan boşluğu, bu sefer de cezasahası üzerinde rakibe basacak, rakibin yapacağı muhtemel bir top kaybında topu ileri 4’lüye taşıyacak biri kalmıyor. Bu sadece Sabri’nin tarafı için değil, tüm defans için böyleydi. Adam adama yapmak için 10 kişiyle savunma yapmanız lazım ki alan vermeyesiniz. Ki zaten artık alan daraltmak bu oyunun olayı. Ama ne Keita ne de Arda tek bir kere bile gelip de top kapmaya çalışmazsa, Gökhan Zan Alex’in peşine Servet de Kazım’ın peşine koşarsa ortayı öyle kabak gibi açarsınız.
Maçın skorundan çok sonuçları düşünülmeli aslında. Baros karpallarını kırdı, 2 aydan evvel dönemez diyorlar. Keita’ya ceza yolda, 2 maçtan aşağı olmaz. Defans delik deşik, ortası darma duman.
Aslında maçın taktik ve teknik kısmı için gerçekten söylenecek çok birşey yok. Rijkaard birşeyler düşünmüştür ama Baros’un gidişi ve malum Saracoğlu deplasmanı oluşu bizim oyuncuların ayarlarını bozdu bir kez daha.
Sezon başından beri eleştirilen Beşiktaş’la aramızdadört puan kaldı, Bursaspor averajla önümüzde. Gerisini kim düşünsün..
1- Maç öncesi kavga
2- Baros’un birinci dakikada çıkması
3- Atamadan ikinci golün yenmesi
4- Aydın’ın kaçırdığı pozisyon.
Maç İçi
Maç için konuşulabilecek tek taktik, Daum’un Rijkaard’ı kilitlemesi. Daha doğrusu, oyuncuları kilitlemesi. Emre Belözoğlu aslında o kadar iyi oynadı ki Gökhan Gönül’le beraber. Ordan Arda’yı çıkarmadılar. Sıkıştırdılar taç çizgisine. Baroni de ortaalanda Topuz’la birlikte Arda’nın Elano’ya açılan pas yolunu tıkadılar. E Carlos’la Vederson da Keita’yı taca bağlayıp da sağ kanadı Sabri’ye bırakınca kilitlendi oyun.
Colin Kazım. Maçın adamı aslında Colin Kazım’dı. Ne Fenerbahçe ne de Galatasaray. Kimse futbol oynamadı. Ama Fenerbahçe iyi kapandı, pas yollarını iyi tıkadı. Eh bir de Baros gidince Bilica’yı bir o yana bir bu yana koşturacak biri kalmayınca haliyle Fener savunmasındaki kademe hatası ihtimali minimuma indi. Baros’un Fener’e yapıp da golünü atacağını, Kazım gol atmadan ama atılmasına vesile olarak Galatasaray’a yaptı.
2002 Dünya Kupası’nda Brezilya’yla oynadığımız maçlardan birinde Rivaldo’nun peşine takılan dört tane Türk vardı sahada. Olmayan kademe anlayışı. Galatasaray’da da bu, bu maç hiç hiç hiç hiç yoktu. Ulan Sabri, niye adamı taç çizgisine kadar kovalıyosun, Carlos’u kovalıyosun ama yanında kademe boşaltmış oluyosun. Ya orda Vederson yada Kazım giriyor yada Gökhan Zan tandeme inicem diye kendi önünü açıp Alex’e çayır bayır bırakıyor. Ha bu da olmadı, Mustafa Sarp dolduruyor Zan’ın yanında Sabri’den açılan boşluğu, bu sefer de cezasahası üzerinde rakibe basacak, rakibin yapacağı muhtemel bir top kaybında topu ileri 4’lüye taşıyacak biri kalmıyor. Bu sadece Sabri’nin tarafı için değil, tüm defans için böyleydi. Adam adama yapmak için 10 kişiyle savunma yapmanız lazım ki alan vermeyesiniz. Ki zaten artık alan daraltmak bu oyunun olayı. Ama ne Keita ne de Arda tek bir kere bile gelip de top kapmaya çalışmazsa, Gökhan Zan Alex’in peşine Servet de Kazım’ın peşine koşarsa ortayı öyle kabak gibi açarsınız.
Maçın skorundan çok sonuçları düşünülmeli aslında. Baros karpallarını kırdı, 2 aydan evvel dönemez diyorlar. Keita’ya ceza yolda, 2 maçtan aşağı olmaz. Defans delik deşik, ortası darma duman.
Aslında maçın taktik ve teknik kısmı için gerçekten söylenecek çok birşey yok. Rijkaard birşeyler düşünmüştür ama Baros’un gidişi ve malum Saracoğlu deplasmanı oluşu bizim oyuncuların ayarlarını bozdu bir kez daha.
Sezon başından beri eleştirilen Beşiktaş’la aramızdadört puan kaldı, Bursaspor averajla önümüzde. Gerisini kim düşünsün..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder